
Erteleme Nedir? Neden Erteleriz? Döngüyü Nasıl Kırarız?
Neden Erteleriz
Erteleme, günlük yaşamın bir parçası haline gelmiş bir davranıştır. Bu yazıda, erteleme eğiliminizin nedenlerini ve bu döngüyü nasıl kırabileceğinizi ele alacağız.
Erteleme, genellikle zor veya hoş olmayan görevleri ertelemek olarak tanımlanır. Bu davranışın ardında çeşitli psikolojik nedenler yatmaktadır. En yaygın nedenlerden biri, mükemmeliyetçilik ve başarısızlık korkusudur. Kişiler, başarısız olma ihtimaline karşı görevleri erteleyerek, bu duygusal yükten kaçınmaya çalışır.
Ayrıca, dürtüsel karar verme ve zaman yönetimi becerilerinin eksikliği de erteleme davranışına yol açabilir. Kısa vadeli zevkler ve rahatlık, uzun vadeli hedeflerin önüne geçebilir. Bu, zamanı yanlış değerlendirmeye ve son dakika telaşına yol açar.
Erteleme döngüsünü kırmak için, öncelikle bu davranışın altında yatan nedenleri anlamak önemlidir. Kendi erteleme alışkanlıklarınızı gözlemleyerek, bu eğilimin temelinde neyin yattığını keşfedebilirsiniz. Bu farkındalık, davranışı değiştirmek için ilk adımdır.
Daha sonra, küçük ve yönetilebilir hedefler belirleyerek görevlere başlamak önemlidir. Büyük projeleri daha küçük parçalara bölerek, her bir parçanın üstesinden gelmek daha kolay hale gelir. Ayrıca, kendinize gerçekçi zaman çizelgeleri belirlemek ve bu zaman çizelgelerine sadık kalmak da faydalı olacaktır.
Motivasyonunuzu artırmak için, görevleri tamamladıkça kendinizi ödüllendirmek de etkili bir yöntemdir. Bu, olumlu pekiştirme yoluyla erteleme alışkanlığınızı değiştirmenize yardımcı olabilir.
Son olarak, dikkat dağıtıcı unsurları azaltmak ve odaklanmayı artırmak için çalışma ortamınızı düzenlemek önemlidir. Sosyal medya gibi dikkat dağıtıcı unsurları sınırlamak, odaklanmanızı ve verimliliğinizi artırabilir.
Erteleme, herkesin zaman zaman yaşadığı bir davranıştır. Ancak, bu alışkanlığın üstesinden gelmek ve daha üretken bir yaşam tarzı benimsemek mümkündür. Kendi erteleme eğilimlerinizi tanıyarak ve etkili stratejiler uygulayarak, bu döngüyü kırabilir ve hedeflerinize ulaşabilirsiniz.
Erteleme Davranışının Üstesinden Gelme Rehberi
Nedenlerin Farkındalığı: Örneğin, eğer mükemmeliyetçilikten dolayı erteliyorsanız, “iyi yeterlidir” anlayışını benimseyin.
Küçük Hedefler Belirleme: Büyük bir rapor yazmak yerine, her gün bir sayfa yazmayı hedefleyin.
Gerçekçi Zaman Çizelgeleri: Bir projeyi bitirmek için bir hafta yerine, her gün belirli bir süre ayırın.
Ödüllendirme Sistemi: Bir görevi tamamladığınızda, kendinizi bir kahve molasıyla ödüllendirin.
Çalışma Ortamını Optimize Etme: Çalışma masanızı dağınıklıktan arındırın ve telefonunuzu sessize alın.
Zaman Yönetimi Teknikleri: 25 dakika çalışıp 5 dakika mola veren Pomodoro tekniğini deneyin.
Olumlu Alışkanlıklar Geliştirme: Her gün aynı saatte çalışmaya başlama alışkanlığı kazanın.
Destek ve Sorumluluk: Bir arkadaşınızla hedeflerinizi paylaşın ve birbirinizi motive edin.
Kendinizi Affedin: Bir gün görevinizi yapamazsanız, ertesi gün telafi edin ve suçluluk duymayın.
Değerlendirme ve Ayarlama: Haftalık olarak ilerlemenizi gözden geçirin ve gerekirse planınızı değiştirin.
Erteleme Nedir? Neden Erteleriz? Döngüyü Nasıl Kırarız?
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Seans Odası Sakinleri (S.O.S.) Podcast
Kaynaklar
Klingsieck, K. B. (2013). Procrastination. European psychologist.
Day, V., Mensink, D., & O’Sullivan, M. (2000). Patterns of academic procrastination. Journal of College Reading and Learning, 30(2), 120-134.
Devamı

Çocukluk Amnezisi – Erken Yaş Anılarını Neden Hatırlayamayız
Çocukluk amnezisi, bilimsel araştırmalarda sıkça incelenen ve insanların erken yaşlardan kalan anılarını neden hatırlayamadıklarını açıklamaya çalışan bir fenomendir. Bu makale, çocukluk amnezisinin ne olduğunu, nasıl ortaya çıktığını ve hafıza gelişimiyle ilişkisini ele alacak. Ayrıca bastırılmış anılar ve çocukluk travmalarının hafızamız üzerindeki etkilerine de değineceğiz.
Çocukluk Amnezisi Nedir
Çocukluk amnezisi, insanların erken çocukluk yıllarındaki anılarının çoğunu hatırlayamamaları durumudur. Genellikle ilk 3-4 yaşa kadar olan olaylar ve deneyimler unutulur. Bu fenomen, beyindeki hafıza oluşumunu etkileyen nörolojik gelişmeler ve dilin henüz tam gelişmemiş olması gibi faktörlerle ilişkilendirilir.
Belleğin İlk Yılları
Bebeklik ve erken çocukluk dönemlerindeki beyin gelişimi, bellek oluşumunda kilit rol oynar. Bu dönemde yaşanan hafıza gelişimi, ilerleyen yıllarda hangi anıların korunup hangilerinin unutulacağını etkileyebilir.
Çocukluk anılarımızın neden unutulduğunu anlamak için Sinaptik Budama Teorisine değinmekte fayda var. Nöronlar ve sinapslar arasındaki bu süreç, anı kaybıyla doğrudan ilişkilidir. İki yaşına kadar yoğun bir sinaptik gelişme gösteren beyin, daha sonra kullanılmayan bağlantıları budar ve yeni anılar için alan yaratır.
Çocukluk Travmaları ve Bastırılmış Anılar
Çocukluk travmaları ve bastırılmış anılar, çocukluk amnezisi bağlamında önemli konulardır. Çocuklar ciddi travmatik olaylar yaşadıklarında bu olayların hatırlanmasını engelleyecek mekanizmalar devreye girebilir. Bu durum psikolojik savunma mekanizmaları arasında yer alan bastırma ile açıklanabilir: kişi, acı verici veya kaygı yaratan anıları bilinçli farkındalık dışında tutar, böylece bu anılar doğrudan hatırlanamaz hale gelir.
Çocukluk amnezisi, insanların neden ilk yaşam yıllarına dair çok az şey hatırladıklarını kısmen açıklar; ancak bu fenomen, normal nörolojik gelişmenin bir parçası olarak görülür ve genellikle tüm erken çocukluk anılarını kapsar. Öte yandan, belirli travmatik olayların unutulması veya bastırılması, daha çok bu olayların yarattığı psikolojik stresle ilişkilidir ve kişinin daha sonraki yaşlarda da özgül anılarını hatırlayamaması durumuna işaret eder.
Bazı durumlarda, yoğun terapi veya tetikleyici bir olay sonucunda bastırılmış anılar yüzeye çıkabilir ve kişi geçmişte yaşadığı travmayı yeniden yaşayabilir. Ancak bu alanda yapılan araştırmalar, bazı “hatırlanan” travmaların yanlış anılar veya terapötik süreçler sırasında oluşturulan anılar olabileceğini göstermektedir. Bu nedenle, bastırılmış anıların geri kazanılması konusunda dikkatli olmak ve etik profesyonel uygulamaları takip etmek önemlidir.
Dil ve Hikaye Anlatıcılığı Anıların Şekillenmesindeki Rolü
Dil ve hikaye anlatıcılığı, çocukluk amnezisine bağlı olarak anıların şekillenmesinde kilit roller oynar. İlk yıllarda çocukların dil becerileri tam olarak gelişmediğinden yaşadıkları olayları dilsel olarak kodlamak ve ifade etmek için gereken araçlara sahip değillerdir. Dilin gelişimi ile birlikte çocuklar deneyimlerini anlatılabilir hikayeler haline getirmeye başlarlar, bu süreç de hafızanın yapılandırılmasında merkezi bir rol oynar.
Dil geliştikçe bireyler anılarını daha karmaşık ve detaylı bir şekilde ifade edebilirler ve bu da anıların uzun süreli hafızada daha iyi korunmasını sağlayabilir. Örneğin, bir olay hakkında aile içinde tekrar tekrar konuşulması, o olayın anısını güçlendirir ve kişinin onu hatırlama olasılığını artırır.
Hikaye anlatıcılığı, olayların ve deneyimlerin bir bağlam içinde anlam kazanmasına yardımcı olur. Çocuklar ve yetişkinler kişisel anıları hikaye formatında düzenleyerek onlara anlam atfederler. Bu süreç anıların daha tutarlı ve kalıcı hale gelmesine yardımcı olur ve sosyal paylaşım yoluyla anıların pekiştirilmesini sağlar.
Çocukluk amnezisi ile ilgili olarak, erken çocukluk dönemine ait anıların eksikliği, çocukların o dönemde gelişmekte olan dil becerilerinin anıların dilsel olarak kodlanmasını ve korunmasını sınırlamasından kaynaklanabilir. Bir çocuk henüz olayları dil ile etiketleyip anlatımı hikayeler oluşturacak kadar gelişmediğinde, bu anılar daha az spesifik ve daha zor hatırlanır hale gelir. Bu yüzden çocuklar genellikle üç veya dört yaşından öncesine dair net anılara sahip olmazlar.
Hafızanın Güvenilirliği ve Çocukluk Anıları
Hafızanın güvenilirliği ve anıların doğruluğu çocukluk amnezisi bağlamında tartışmalı konulardır. Zamanla değişebilen ve etkilenebilen anılar gerçekliğimizin ve kimliğimizin temel taşlarını oluşturur. Ancak her birimiz farklı deneyimler yaşadığımız için bu anılar aynı zamanda oldukça subjektiftir.
Çocukluk amnezisi ve hafıza gelişimi üzerine yapılan araştırmalar kişisel tarihimizin ve kimliğimizin anlaşılmasında hayati role sahiptir. Bellek sadece geçmişimizi değil aynı zamanda şu anki benliğimizi ve geleceğimizi de şekillendiren karmaşık ve dinamik bir süreçtir. Çocukluk anıları kim olduğumuzu ve nereden geldiğimizi anlamamızda bize rehberlik eden değerli bilgiler sunar.
Çocukluk Amnezisi – Erken Yaş Anılarını Neden Hatırlayamayız
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
“Çocukluk Anılarımızı Neden Hatırlayamıyoruz “bölümü için Seans Odası Sakinleri (S.O.S.) Podcast Serisinin üçüncü bölümünü aşağıdaki bağlantıya tıklayarak dinleyebilirsiniz.
Seans Odası Sakinleri (S.O.S.) Podcast
Kaynaklar
Alberini, C. M., & Travaglia, A. (2017). Infantile amnesia: a critical period of learning to learn and remember. Journal of Neuroscience, 37(24), 5783-5795.
Travaglia, A., Bisaz, R., Sweet, E. S., Blitzer, R. D., & Alberini, C. M. (2016). Infantile amnesia reflects a developmental critical period for hippocampal learning. Nature neuroscience, 19(9), 1225-1233.
Madsen, H. B., & Kim, J. H. (2016). Ontogeny of memory: An update on 40 years of work on infantile amnesia. Behavioural brain research, 298, 4-14.
Occhionero, M., Tonetti, L., Giovagnoli, S., & Natale, V. (2023). The Infantile Amnesia Phenomenon and the Beginning of Autobiographical Memories. Applied Sciences, 13(2), 1158.
Devamı
Arketip Nedir
Arketip, insanların kolektif bilinçdışında yer alan evrensel semboller ve temaları tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Carl Jung’un psikolojik teorilerinde önemli bir yere sahip olan bu kavram, insanların tarih boyunca oluşturduğu mitler, hikayeler ve rüyalar aracılığıyla kültürler arası benzerlikleri ve ortaklıkları keşfetmemize olanak tanır. Arketipler, insan deneyiminin temel yönlerini yansıtan derinlemesine kalıplardır ve bu nedenle farklı kültürlerde ve zamanlarda bile benzer hikayelerin ve karakterlerin ortaya çıkmasına neden olur.
Bu evrensel kalıplar, bireyin kendi kişisel hikayesini ve yaşam yolculuğunu anlamasına yardımcı olan bir çerçeve sunar. Özellikle marka hikayeciliği, reklamcılık ve içerik oluşturma gibi alanlarda, arketiplerin gücünden yararlanmak, hedef kitleyle daha derin bir bağlantı kurmak için etkili bir yöntemdir.
12 Arketip
Carl Jung’un 12 arketipi, insanın ortak bilinçaltındaki evrensel semboller ve temaları temsil eder. Jung’a göre, bu arketipler insan psikolojisinin temel yapı taşlarıdır ve bireysel ve kolektif bilinçaltımızın derinliklerinde yer alır.
Jung‘un 12 arketipi, bireyin iç dünyasındaki ve dış dünyadaki deneyimlerini şekillendiren içgüdüsel enerjileri ve davranış kalıplarını tanımlar. Bu arketipler, insanın yaşamındaki temel rolleri, deneyimleri ve duygusal tepkileri temsil eder. Her birey, bu arketiplerin farklı kombinasyonlarına sahip olabilir ve bu da onların dünyayı nasıl algıladıklarını ve nasıl tepki verdiklerini etkiler.
Yardımsever (Caregiver)
Şefkati ve cömertliği temsil eder.
Koruyucu, özverili, fedakâr, bakıp büyüten ve genellikle ebeveyndir.
İyiliksever, dostane, faydası dokunan ve güvenilirdir.
Yaratıcı (Creator)
Yenilikçiliği, sanatsallığı ve yaratıcılığı temsil eder.
Yeniliği, güzelliği ve estetik bir standardı arayan bir hayalperesttir.
Nicelik üzerinden niteliği vurgular.
Sıradan Adam (Regular Guy/Everyman/Everywoman)
Çalışan çoğunluk (emekçi) sınıfını, güçsüz takımı ve komşuyu (halktan birini) temsil eder.
Azimli, erdemli, gerçekçi, büyük ölçüde samimi ve bazen kadercidir.
Genellikle alçak gönüllüdür.
Kaşif (Explorer)
Bağımsız ve gönüllü maceraperest ile temsil edilir.
Keşfetmek ister, kendisini ve çevresini gözler.
Sürekli hareket halindedir ve gezgindir.
Kahraman (Hero)
Cesur ve cengâver bir savaşçı tarafından temsil edilir.
Asil bir kurtarıcı ve mücadelecidir.
İlham verir ve insanlığı güç bir durumdan kurtarır.
Masum (Innocent)
Saf, inançlı, naif ve çocuksu karakter ile temsil edilir.
Alçakgönüllü ve sakindir.
Mutlu ve sade bir cennete özlem duyar.
Soytarı (Jester)
Eğlence ve zevk için yaşamayı temsil eder.
Oyuncu, yaramaz ve komedyendir.
Çoğunlukla alaycı ve neşelidir.
Aşık (Lover)
İçten, romantik, şehvetli ve tutkulu olmayı temsil eder.
Sevgi ve zevk vermek ister.
Sihirbaz (Magician)
Fizikçi veya kimyacı, hayalperest bir karakter tarafından temsil edilir.
Doğal güçlerle, dönüşüm ve başkalaşımlarla ilgilidir.
Asi (Outlaw)
İsyankâr ve yerleşmiş inançlara veya kurumlara karşı çıkan kimse tarafından temsil edilir.
Uyumsuz ve hayatta kalandır.
Çoğunlukla intikamcı ve kurallara uymayan biridir.
Kral (Ruler)
Güce ve kontrole şiddetli eğilim duyan kimse tarafından temsil edilir.
Lider, patron ve hakimdir.
Yüksek etki gücüne sahip ve inatçıdır.
Kimi zaman acımasız olabilir.
Baskınlığını korur ve diğerlerini yönetir.
Bilge (Sage)
Bilgi, tecrübe ve aydınlanmaya değer vermeyi temsil eder.
Uzman ve danışmandır.
Bilgeliğini ve zekasını kullanır.
Biraz kendini beğenmiş olabilir.
Bilimsel, felsefi ve akıllıdır.
Dünyada ünlü bir rehberdir.
“Jung Ekolüyle Rüyalarımı Nasıl Analiz Ederim?” bölümü için Seans Odası Sakinleri (S.O.S.) Podcast Serisinin ilk iki bölümünü aşağıdaki bağlantıya tıklayarak dinleyebilirsiniz.
Seans Odası Sakinleri (S.O.S.) Podcast
Seans Odası Sakinleri (S.O.S.) Youtube
Arketip Nedir
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Kaynaklar
Jung, C. G. (2014). Four archetypes. Routledge.
YAKIN, V., & Canan, A. Y. (2012). Markaların Kişilik Arketiplerinin Algılanması Üzerine Bir Araştırma Turkish Online Journal of Design Art and Communication, 2(3), 27-36.
Devamı
Rüya Analizi: Freud ve Jung’un Karşılaştırmalı Görüşleri
Rüya Analizi
Freud’a Göre Rüyalar Ne Anlama Geliyor?
Hepimiz rüya görüyoruz, değil mi? Peki, bu rüyaların anlamı ne? Freud, rüyaların aslında bilinçdışı düşüncelerimizin bir yansıması olduğunu söylüyor. Uyanıkken ahlaki değerler ve gerçeklik bizi derin düşüncelerimizden uzaklaştırıyor. Ama uyuduğumuzda rüyalarla tüm arzularımıza dalıp gidiyoruz. Özellikle, bazen uyanıkken utanç duyduğumuz cinsel arzular bile rüyalarımızda sembolik bir şekilde karşımıza çıkıyor. Kısacası Freud’a göre rüyalar iç dünyamızın gizli kapılarına anahtar!
Feud’a Göre Rüyaların Derin ve Sembolik Anlamları
Rüyaların karmaşık ve gizemli dünyasında, Sigmund Freud’un “Rüyaların Yorumu” adlı eserinde ortaya koyduğu sembolik anlamlarla karşılaşıyoruz. Freud, rüyaların sadece rastgele görüntüler olmadığını aksine bilinçaltımızın derinliklerinde saklı sembolik mesajları ortaya çıkardığını savunuyor.
Ev Sembolü: Rüyada bir ev görmek, Freud’a göre oldukça anlamlıdır. Düz duvarlı evler erkekleri, birinin tutunabileceği çıkıntıları ve balkonları olan evler ise kadınları temsil eder. Bu, rüyaların cinsiyet ve kişilik özellikleriyle nasıl ilişkilendirildiğini gösteren bir örnektir.
Ebeveynler ve Kraliyet: Rüyada ebeveynlerinizi Kral ve Kraliçe olarak görmek, onlara duyduğunuz derin saygıyı ve sevgiyi yansıtabilir. Bu, aile bağlarının ve ebeveynlere olan bağlılığın sembolik bir gösterimidir.
Su ve Doğum: Suyla ilgili rüyalar doğumu temsil eder. Eğer biri suda boğuluyorsa yeni bir başlangıcı veya dönüşümü temsil edebilir. Suyun içinden çıkmak veya birini sudan kurtarmak annelik ilişkisini veya koruma içgüdüsünü simgeler.
Yolculuk ve Ölüm: Bir yolculuk yapmak rüyalarda ölümü temsil eder. Bu, yaşamın sona ermesi değil, yeni bir başlangıca işaret eden sembolik bir yolculuktur.
Çıplaklık ve Kıyafet: Rüyada çıplak olmak, savunmasızlık veya utanç duygusunu temsil ederken, kıyafetler, özellikle üniformalar, sosyal statüyü veya belirli bir role bürünmeyi simgeler.
Freud ve Cinsellik: Freud, rüyaların cinsel yönlerini özellikle vurgulamıştır. Rüyaların uyanıkken utanç veya korku nedeniyle baskılanan cinsel arzuları ve düşünceleri yansıttığına inanıyordu.
Freud’un Cinsel Semboller Üzerine Bakışı
Erkek Genitali: Sopa, şemsiye, direk veya ağaçla sembolize edilir.
Kadın Genitali: Genellikle doldurulabilecek şeylerle, örneğin çukurlar, delikler, şişeler, kavanozlarla sembolize edilir.
Kadınlar & Erkekler: Kadınlar kağıt ve ahşap objelerle, erkekler ise kaya ve dağla temsil edilir.
Cinsel İlişki: Mücevherler ve tatlılar sıkça karşımıza çıkar.
Dişlerin Düşmesi: Mastürbasyon için bir ceza olarak hadım edilme korkusunu gösterir.
Freud’un Rüya Analizi: Gizli ve Açık Anlamlar
Sigmund Freud, rüya yorumlamasında cinsel dürtülerin önemli bir rol oynadığına inanıyordu. Ancak bu, rüyaların sadece cinsellikle sınırlı olduğu anlamına gelmez. Freud, rüyaların derinlemesine sembolik mesajlar taşıdığını savunmuştur. Bu sembolik mesajlar, “latent” yani gizli anlamlar olarak adlandırılır. Bu gizli anlamlar, rüyanın yüzeyindeki “manifest” yani açık anlamlarından farklıdır. Örneğin, bir rüyada insanların ortasında çıplak olduğunuzu görmek, yüzeyde basit bir çıplaklık rüyası gibi görünebilir. Ancak Freud, bu tür bir rüyanın aslında daha derin korku ve endişeleri temsil edebileceğini belirtir. Belki de bu rüya, insanların sizi eleştireceğinden veya kusurlarınızı göreceğinden duyduğunuz endişeyi yansıtıyordur. Freud’un rüya analizi, rüyaların sadece yüzeydeki anlamlarından çok daha fazlasını sunar ve bu derinlemesine analiz, rüyaların gerçekten ne anlama geldiğini anlamamıza yardımcı olabilir.
Freud’a Göre Rüyaların Savunma Mekanizmalarıyla Şekillendirilmesi
Rüyaların toplumsal kabul için nasıl manipüle edildiğini merak ediyor musunuz? Freud, bu süreçte savunma mekanizmalarının kritik bir rol oynadığına inanıyordu:
Yer Değiştirme: Rüyalarınızda neden bazen önemsiz şeylere karşı mantıksız bir şekilde tepki gösterdiğinizi merak ettiniz mi? Freud, bu nesnelerin aslında sizi rahatsız eden gerçek şeylerin yerine geçtiğini söyler.
Projeksiyon: Rüyalarınızda başkalarının sizi sevmediğini hissediyor musunuz? Aslında bu, sizin onları sevmediğiniz anlamına gelebilir. Freud, bu mekanizmanın, duygularınızı egonuzun fark etmediği bir şekilde ifade etmenizi sağladığını belirtir.
Sembolizasyon: Rüyalarınızda belirli eylemleri gerçekleştirmek, Freud’a göre baskılanmış dürtülerin sembolik bir ifadesi olabilir. Örneğin, bir sigara içmek veya bir anahtarla araba çalıştırmak cinsel bir anlam taşıyabilir.
Jung’a Göre Rüya Analizi
Carl Jung, rüya yorumlamasında Freud’un cinsel dürtülere odaklanan yaklaşımından farklı bir perspektif sunmuştur. Jung, rüyaların kolektif bilinçdışı ve bireyselleştirme süreçleriyle yakından ilgili olduğuna inanıyordu.
Sembolizm: Jung, rüyaların sembolizm ve imgelemle dolu olduğuna inanıyordu. Bu semboller, bireyin bilinçdışı deneyimlerini yansıtır.
Rüyanın Yorumcusu: Jung’a göre, bir rüyanın en iyi yorumcusu, onu yaşayan kişidir. Bu, rüyaların kişisel ve bireysel deneyimlerle yakından ilgili olduğu anlamına gelir.
Arketip Teorisi: Jung, rüyaları anlamak için arketip teorisini kullandı. Bu teori, rüyaların kolektif bilinçdışı deneyimlerle nasıl ilişkilendirildiğini açıklar.
Rüyaların Terapötik Rolü: Jung, rüyaların sadece analitik değil, aynı zamanda terapötik bir rol oynadığına inanıyordu. Rüyalar, bilinçli ve bilinçdışı zihin arasında bir köprü görevi görür.
Jung ve Rüya Yorumlaması: Arketip İmge Teorisi
Carl Jung, rüya yorumlamasında arketiplerin önemli bir rol oynadığına inanıyordu. Bu arketipler, vücudumuzun farklı organlarından ve zihnimizin derinliklerinden türemiştir.
Arketipler: Jung’a göre arketipler, kolektif bilinçdışından yükselen ve mitolojide, rüyalarda ve masallarda karşımıza çıkan sembollerdir.
Rüya Yorumlaması: Jung, rüyaların yorumlanmasında bireyin yaşam öyküsünün önemli olduğuna inanıyordu. Freud’un sabit semboller üzerine kurulu teorisinin aksine, Jung her bireyin farklı olduğuna ve rüya yorumlarının bu bireysellik üzerine kurulması gerektiğine inanıyordu.
Freud’un Rüya Yorumlama Sanatı: Anahtar Kavramlar ve Semboller
Freud, rüyaları yorumlama konusunda farklı yöntemler bulmuştur.”Rüyaların Yorumu” adlı kitabında, rüyaların derinlemesine analizini ve cinsel dürtülerle olan ilişkisini detaylıca ele almıştır.
Rüya Türleri: Freud, rüyaları latent (gizli) ve manifest (açık) olmak üzere iki kategoriye ayırmıştır. Bunlardan biri bilinçli, diğeri ise gizli anlamlar taşır.
Rüyaların Kökeni: Freud’a göre rüyalar, bireyin baskılanmış cinsel arzularının bir yansımasıdır. Ayrıca rüyaların, bireyin uyanıkken yaşadığı geçmiş deneyimlerden etkilendiğine inanmıştır.
Bilinçdışı ve Rüyalar: Freud, rüyaların bilinçdışı zihinden kaynaklandığına inanıyordu. Bu nedenle rüyaları, bilinçdışı zihne giden kraliyet yoluna benzetmiştir.
Rüyalarda Semboller: Freud, rüyalarda sıkça karşılaşılan sembolleri ve bu sembollerin anlamlarını detaylıca analiz etmiştir. Örneğin, bir sigara içme rüyası veya bir anahtarın kontağa sokulması, Freud’a göre cinsel bir anlam taşıyabilir.
Cinsel Rüyalar: Freud’un libido, Oedipus kompleksi ve Electra kompleksi gibi kavramları, bireyin bilinçdışı zihninde baskılanır ve bu da cinsel rüyalara yol açar.
Rüyaların Yorumlanma İhtiyacı: Freud’a göre rüyaların yorumlanma ihtiyacı, savunma mekanizmalarımızdan kaynaklanmaktadır. Özellikle şu üç mekanizma ön plana çıkar: Yer Değiştirme, Projeksiyon (Yansıtma), Sembolizasyon
Rüya Analizi: Freud ve Jung’un Bakış Açıları
Rüya yorumlaması, Freud ve Jung gibi büyük düşünürlerin çalışmalarıyla derinlemesine incelenmiştir. Freud, rüyaların evrensel sembollerle yorumlanabileceğini savunurken, Jung rüyaların bireysel bilinçdışı deneyimlere dayandığına inanmıştır.
Freud’a göre rüyalar, derin anlamlar taşıyan evrensel sembollerle yorumlanabilir. Rüyaların en garip veya anlaşılmaz oldukları zamanlarda bile derin ve önemli anlamlar taşıyabileceğini belirtir. Yani, bir rüya ne kadar saçma veya mantıksız görünse de, altında derin bir anlam veya mesaj olabileceğini vurgular.
Jung, rüyaların bireysel bilinçdışı deneyimlere dayandığına inanmıştır.
“Rüyalar, ruhunuzun yazmakta olduğu kitaptan alıntılardır.” – JUNG
Rüya yorumlaması, sürekli gelişen ve derinlemesine incelenmesi gereken bir alandır. Freud ve Jung’un bu konudaki görüşleri, rüyaların anlamını ve kökenini anlamamıza ışık tutar.
Rüya Analizi: Freud ve Jung’un Karşılaştırmalı Görüşleri
“Jung Ekolüyle Rüyalarımı Nasıl Analiz Ederim?” bölümü için Seans Odası Sakinleri (S.O.S.) Podcast Serisinin ilk iki bölümünü aşağıdaki bağlantıya tıklayarak dinleyebilirsiniz.
Seans Odası Sakinleri (S.O.S.) Podcast
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Kaynaklar
Majumdar, P., & Tripathi, D.S. (2019). Comparison of Freudian & Jungian View on Dream Analysis
Freud, S. (1900). The Interpretation of Dreams. SE 4 & 5.
Jung, C. G. (2014). On the nature of the psyche. Routledge.
Devamı
Travma ve Travma ile Başa Çıkma Üzerine Yazılmış 8 Kitap
Travma ile ilgili size dolaylı yoldan destek olabilecek 8 Kitap önerisini inceleyebilirsiniz.
1-Köpek Gibi Büyütülmüş Çocuk –Maia Szalavitz, Bruce D. Perry
“Ateş ısıtabilir veya yakıp yok edebilir, su susuzluğu giderebilir veya boğabilir, rüzgar okşayabilir ya da kesebilir. İnsan ilişkileri de böyledir: Birbirimizi hem yaratabilir ve yok edebilir, hem besleyebilir ve dehşet içinde bırakabilir, hem de travma yaşatabilir ve iyileştirebiliriz.”
2- Seninle Başlamadı – Mark Wolynn
“Hatırlamanın zorlaşması her şeyi unuttuğumuz anlamına gelmez. Travmatik olayın parçası olan kelimeler, görüntüler ve dürtüler içimizde taşıdığımız acılarımızın gizli dilini oluşturmak üzere yeniden ortaya çıkarlar. Hiçbir şey kaybolmaz. Parçalar sadece yön değiştirir.”
3- Beden Kayıt Tutar – Bessel A. Van Der Kolk
“Meaney, anne farelerin, dünyaya geldikten sonraki on iki saat içinde yavrularını ne kadar çok yalarsa ve ilgilenirse, beynin strese tepki veren kimyasalları üzerinde o kadar etkili olduğunu ve binin üzerinde genin yapısını değiştirdiğini bulmuştur. Anneleri tarafından yoğun bir şekilde yalanan fare yavruları, stres altındayken, anneleri ilgisiz olan fare yavrularına göre daha cesur olmakta ve daha az stres hormonu salgılamaktadır. Bu fareler, ayrıca daha hızlı kendilerini toparlayabilmektedir; yaşamları boyunca dinginleri devam etmektedir.”
4- Travma ve İyileşme – Judith Herman
“Travmatik deneyimin başkalarıyla paylaşılması, anlamlı bir dünya duygusunun onarılması için bir ön koşuldur.”
5- Bir Çocuğun Gözünden Travma – Peter A. Levine
“Korkudan büyümüş gözlerle ebeveyninin, kardeşinin ya da büyük ebeveyninin şiddetini gören/duyan çocuklar sıklıkla saldırıya uğrayandan daha fazla zarar görürler. Donmuş ve çaresiz bir şekilde bir masanın altına sığınan ya da duvara yapışan çocuk “görünmez” olmaya çalışır. Sayısız büyüğün hayat boyu süren “görülme” korkusu bunun sonucudur.”
6- Travma ve Anı – Peter A. Levine
“Kendimizle olan ilişkimiz derin yaralar içindeyken başkalarıyla iyi ilişkiler kuramayız. Kendimiz hakkında pek bir şey bilmiyorsak, tıpkı bir zamanlar ebeveynlerimizin gözlerinde aradığımız gibi, kendi kimliğimizi başkalarının aynasında ararız. Tüm sorunlarımız ve açık yaralarımızla bir başkasının kollarında güvenli bir liman ve şefkat bulmaya yöneliriz, ama o da aynı teselliyi bizde aramaktadır. “Sihirli ötekine” bu yansıtmalar hiç de iyi bir strateji değildir ve sonunda çöker, karşılıklı hayal kırıklığı ve küçümsemeye neden oluruz.”
7- Doğum Travması – Otto Rank
“Psikanalitik tarzda düşünmeyi öğrenmiş olanlar, bastırılmış şeylerin içlerinde hep gizli bir özlem barındırdığını bilir.”
8- Dile Gelmeyen bir Sesle – Peter A. Levine
“Kendimizi o kadar düşüncelerimizle özdeşleştiririz ki onları gerçeklikle karıştırırız. Kendimizin düşüncelerimiz olduğuna inanırız.”
Devamı

Ters Psikoloji Nedir
Ters Psikoloji Nedir: Bir kişinin amacına ulaşmak veya dilediği bir eylemin gerçekleşmesini sağlamak için, tersine bir yöntem kullanarak, karşıdaki kişinin davranışlarını, fikirlerini veya düşüncelerini manipüle etmeye dayalı bir iletişim biçimidir. Bu yöntem, ters psikoloji uygulayan kişilerin istediği sonucu elde etmek için doğrudan veya açık bir yaklaşım yerine, tersine eylem gerçekleştirerek, karşısındakinin kendi iradesini kullanmasını hedefler.
Ters psikoloji uygulayan kişiler, istedikleri şeyin zıttını söyleyerek iletişime geçerler. Stratejik olarak amaçları, karşıdaki kişiyi aslında istenileni yapmaya teşvik etmektir.
Reaktans nedir
Reaktans kavramı, insanların kendi seçeneklerini ve özgürlüklerini kısıtlayan durumlar karşısında gösterdikleri tepkiyi ifade eder.
Bir kişiye belli bir davranışı yapması veya yapmaması gerektiği söylendiğinde, kişi kendi özgür iradesine müdahale edildiğini düşünebilir. Örneğin, birine “Bu işi hemen yapmalısın” dendiğinde, kişi daha fazla bağımsızlık hissi kazanmak ve buna bağlı olarak kendini ifade etmek isteyebilir. Bu nedenle işi hemen yapmak yerine yapmayabilir veya erteleyebilir.
Ters Psikoloji Belirtileri
Reaktans, yukarıda da belirtildiği gibi, ters psikolojiye maruz kaldığını fark eden kişinin güçlü bir tepki göstermesini içerir. Bu tepki sonucunda kişi önerilen şeyin tersini yapar.
Ters psikoloji bazen göze çarpmayabilir. Ancak bu tür ikna yöntemlerini fark etmenize yardımcı olacak bazı işaretler olabilir:
- Ters psikolojiyi uygulayan kişiler dikkat çekmek için, aşırı olumsuz ya da olumlu yorumlarda bulunabilirler.
- Bir şeyi karşı tarafa yaptırmak istiyormuş gibi hissettirebilirler; ancak doğrudan bir talepte bulunmazlar.
- Sürekli aynı fikri öne sürebilirler. Bu yüzden karşı taraf da tam tersini yapmak isteyebilir.
- Birinin ters psikoloji kullanıp kullanmadığını anlamanın bir işareti de normalde tercih ettiği ve savunduğu bir konuya karşı birden bire itiraz etmesi olabilir.
- Kendi çıkarları için istenilenin zıttını yaptırmaya çalışmaları, karşı tarafın kararları tersi yönde veya farklı almasına neden olabilir.
Ters Psikoloji Nedir ve Nasıl Kullanılır
Çok farklı türlerde manipülasyon biçimleri bulunsa da, en yaygın olan 3 tanesi “suçluluk hissi sağlama, yalan söyleme ve kendini beğendirme” olarak karşımıza çıkar.
Suçluluk hissi sağlama: Kişiyi, sorunun veya olumsuz bir durumun sorumlusu olarak gösterip suçlu hissettirler. Bunu yaparken genellikle kişi hakkındaki özel bilgilerden veya kişinin duygusal zayıflıklarından yararlanırlar. Ters psikoloji uygulayan kişiler duygu kontrolünü de ters psikolojiye dahil edebilir. Örneğin, “Eğer gerçekten beni sevseydin, bunu yapmazdın” gibi cümlelerle duygusal bağı kullanabilirler.
Kendini beğendirme: Samimi ve ilgili davranarak istediği şeyi elde etmeyi amaçlar.
Yalan söyleme: Gerçekleri çarptırırlar veya tamamen uydururlar.
Aşırı sevgi gösterme (love bombing): Hızlı bir şekilde ilgi ve sevgi gösterebilir ve duygusal bağımlılık yaratabilirler.
Küçümseme: Küçümseyerek kişinin kendinden şüphe etmesine neden olurlar.
Pasif agresif davranışlarda bulunma: İmalı yorumlar veya şakalar yaparlar. Daha sonra da “sadece şaka yapıyordum” veya “her şeyi çok kişisel algılıyorsun” diyerek konuyu geçiştirirler.
3. Şahsı kullanma: Karşı tarafla ilgili kendine ait bir görüşü haklı çıkarmak veya kişiyi güvensiz hissettirmek için başka bir kişiyi devreye sokabilirler.
Açık veya kapalı tehditler: Bazı yorum ve davranışlarla korku yaratma eğiliminde olurlar.
Sessizlik: Cezalandırmak için görmezden gelip konuşmazlar.
Ters Psikoloji Örnekleri
Ters psikolojinin nasıl kullanıldığını gösteren birkaç örnek:
Pazarlama ve Satış Stratejileri: Bu strateji, kişilerin doğal tepkilerini veya beklentilerini kullanarak istenilen sonuca ulaşmayı hedefler.
Kısıtlı Sayıda Ürün veya Fırsat: “Sadece 10 adet kaldı!” veya “Sadece bugün geçerli” gibi ifadeler kullanarak insanları hızlı bir şekilde satın almaya yönlendirir.
Ebeveynlikte Ters Psikoloji: Ebeveynlikte ters psikoloji, çocuğun istenilen davranışı yapmasını sağlamak için kullanılan bir yöntemdir.
İşte ebeveynlerin sıkça kullandığı ters psikoloji örnekleri:
1. Ters psikoloji ile yemek yedirme: Sebzeleri yemek istemeyen bir çocuğa, “Bu sebzeleri büyüklere yedirmek daha iyi olur” diyerek çocuğun merak ve rekabet duygusunu kullanıp sebzeleri yemesini sağlamak örnek olarak gösterilebilir.
2. Temizlik ve düzende ters psikoloji: “Bu odanın toparlanması imkansız görünüyor” diyerek, çocuğun odasını toparlamasını sağlamak.
3. İstenmeyen davranışları kontrol altına almada ters psikoloji: Ebeveyn, çocuğunun yapmasını istemediği bir eylemi durdurmak için “bu oyuncağı sadece büyükler kullanabilir” diyerek, onu oyuncağa yöneltmek.
Yatma zamanı ve yemek seçimlerinde de ters psikoloji kullanımları görülmektedir. Her çocuğun farklı tepkiler verdiğini unutmadan, dengeli bir şekilde ters psikolojiyi kullanmak önemlidir.
Ebeveynler ters psikolojiyi kullanırken dikkatli olmalı ve çocuklarının duygusal ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmalıdır. Ayrıca bu stratejiyi sıkça kullanmak, çocuğun güven duygusuna zarar verebilir.
İlişkilerde Ters Psikoloji: Kişi istediği şeyi partnerine yaptırmak için, onun bunu zaten yapmayacağını söyleyerek ters psikoloji uygular. Örneğin, “Senin bahçeyi sulamak için vaktin yok değil mi?” diye sorarak, partnerini bahçeyi sulamaya teşvik eder.
Bireyin kendi yapmak istemediği bir şeyi partnerinden isteksizce rica ederek, o şeyi partnerinin yapmasını sağlamak da ilişkilerdeki ters psikolojiye örnek olarak gösterilebilir.
Öğretimde Ters Psikoloji: Ters psikoloji, öğrencilerin daha fazla ilgi ve katılım göstermelerini sağlamak amacıyla öğretimde kullanılan bir taktik olabilir. Ancak bu tür taktiklerin etik ve öğrencilerin güvenini zedelemeyecek şekilde kullanılması önemlidir.
Katılımı artırma, kendi kendine çalışma isteği oluşturma, öğrencilere motivasyon sağlama ve sorumluluk almalarını sağlama gibi durumlarda karşımıza çıkabilir. Öğrencilere ders içinde tartışmalara veya etkinliklere katılmamalarını söyleyerek, aslında katılmalarını sağlamak; sınavın zor olduğunu ve kimsenin geçemeyeceğini belirterek, öğrencilerin sınava daha iyi hazırlanmasına teşvik etmek, örnek olarak gösterilebilir.
Ters psikoloji, insanların beklentilerini tersine çevirerek istenen sonuçları elde etme amacıyla kullanılan bir yöntemdir. Ancak bu tür yöntemlerin kullanımı, karşılıklı güveni ve iletişimi zayıflatabilir.
Ters Psikolojiden En çok Kimler Etkilenir
Ters psikolojiden, genellikle daha savunmasız veya güvensiz hisseden kişiler etkilenir. Aşağıdaki kişiler ters psikolojiye daha fazla duyarlı olabilir:
Düşük öz saygıya sahip olanlar: Manipülatif davranışlar karşısında kendilerini daha zayıf hissederler.
Empati göstermeyenler: Empati yeteneği düşük olan veya başkalarının duygusal ihtiyaçlarını anlama ve kabul etme konusunda zorluk yaşayan kişiler, ters psikolojiye daha kolay maruz kalabilirler.
Deneyimsel eksikliği olanlar: Daha az deneyimli veya manipülasyon taktiklerini tanımakta zorluk yaşayan kişiler, ters psikolojiye daha duyarlı olabilirler.
Çevresindeki kişilerin etkisi altında olanlar: Aile üyeleri, arkadaşlar veya partnerler tarafından ters psikolojiye maruz kalan kişiler, bu tür manipülasyonları daha fazla deneyimleyebilirler.
Duygusal denge sorunu yaşayanlar: Duygularını kontrol etmekte zorluk yaşayan kişiler, ters psikolojiye karşı daha hassas olabilir. Ters psikoloji kişinin karar alma-verme, düşünme veya yorumlama biçimini değiştirebilir.
İnsanların tepkileri kişisel özelliklerine, deneyimlerine ve içinde bulundukları ilişkilere bağlı olarak farklılık gösterebilir. Önemli olan, sağlıklı ilişki becerileri ve iletişim yöntemleri geliştirmektir. Böylece manipülasyon ve ters psikoloji gibi olumsuz davranışlarla daha etkili bir yolla başa çıkılabilir.
Ters psikoloji veya manipülasyon gibi olumsuz davranışlarla başa çıkmak için; kişisel sınırları belirlemek, sağlıklı iletişim becerileri geliştirmek ve duygusal zeka üzerinde çalışmak önemlidir.
Ters Psikolojinin Avantajları ve Dezavantajları Nelerdir
Olumlu yönüyle bakıldığında, ters psikoloji insanları sağlıklı davranışa yönlendirme amacıyla kullanılanılabilir.
Dikkat çekmek: Ters psikoloji, insanların dikkatini çekmek ve onları düşünmeye teşvik etmek için etkili bir yöntem olabilir. İstenmeyen bir davranışı yasaklayarak veya olumsuz yönlerini vurgulayarak insanların dikkati çekilebilir.
Karar verme yeteneği: İnsanlara ters yönde bir öneri sunarak, onları kendi kararlarını vermeye teşvik edebilir. Bu durum, kişilerin kendilerini daha bağımsız hissetmelerine yardımcı olur.
Davranış değişikliği: Bazı durumlarda, insanlar istedikleri sonucu elde edemediklerinde, bu sonucu daha fazla istemeye başlar.
Ters psikolojiyi kullanmanın zararlı olduğu zamanlar da vardır.
İletişim ve güven bozukluğu: Bu tür psikoloji sürekli kullanıldığında insanlar arasında güveni sarsabilir ve sağlıklı iletişimi engelleyebilir.
İlişki sorunları: Ters psikoloji, romantik ilişkilerde veya arkadaşlıklarda güvensizlik ve çatışmalara yol açabilir. İlişkilerin sürdürülmesini zorlaştırabilir.
Uzlaşmazlık: Bu yöntem, sıkça kullanıldığı alanlarda sorunları çözmek yerine daha fazla çatışma ve anlaşmazlık yaratabilir.
Dürüstlüğü Tehdit Etmek: Ters psikoloji, insanların dürüstlüğünü tehdit edebilir ve insanları yanıltıcı veya manipülatif davranışlar sergilemeye teşvik edebilir.
Ters psikoloji kullanırken, etkilerini ve sonuçlarını dikkatlice düşünmek önemlidir. Ters psikoloji uygulamak yerine açık ve dürüst iletişimi tercih etmek, uzun vadeli sağlıklı ilişkiler oluşturulmasına yardımcı olur.
Ters Psikoloji Nedir
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Kaynaklar
Devamı

Methamphetamine and Its Effects on the Brain
Methamphetamine
Methamphetamine is a stimulant substance that affects the central nervous system by causing the release of dopamine, norepinephrine, and serotonin at nerve endings and preventing their reuptake, leading to an increase in their effects.
Methamphetamine can easily cross the blood-brain barrier and rapidly penetrate the brain.
It disrupts the brain’s chemistry, leading to severe depression and causing persistent anhedonia (loss of pleasure) in individuals who are addicted.
At high doses, methamphetamine induces euphoria (a feeling of well-being) by increasing alertness, motivation, and short-term brain activity. It postpones the states of sleeplessness and fatigue to create a state of euphoria. Individuals who have not slept for a long time may suddenly fall asleep at an unexpected moment.
In cases of short-term use, methamphetamine enhances an individual’s attention and self-confidence, facilitates memory functions and learning, and increases sexual desire.
Due to its enhancement of physical performance, methamphetamine can be misused as a doping agent in sports competitions.
The use of methamphetamine may increase an individual’s propensity for violence.
It may lead to reduced appetite and increased basal metabolism, resulting in weight loss for the individual.
Users may exhibit various psychotic features including paranoia, tactile and auditory hallucinations, mood swings, obsessions, and delusions.
Long-term use of methamphetamine can lead to damage to dopamine cells in the brain and a decrease in dopamine levels, resulting in serious movement disorders similar to Parkinson’s Disease.
Parkinson’s Disease: A group of cells in the substantia nigra, known as the black substance, produces a chemical substance called “dopamine.” Dopamine enables the initiation of movements and ensures their smooth and coordinated execution. In Parkinson’s disease, a decrease in the cells in the black substance leads to a deficiency of dopamine, resulting in the manifestation of the disease’s symptoms. Alongside the symptoms related to movement, patients may experience various other complaints. These may include fatigue, decreased cognitive functions, depression, anxiety, behavioral disorders, visual impairments, weight loss, sleep abnormalities, and pain.
What Are the Damages to the Brain
Long-term methamphetamine use causes both functional and structural damage to the brain.
During the addiction process, the user’s brain becomes accustomed to the substance. Therefore, the return of altered biochemical activity to normal after discontinuing drug use may take time. However, because meth damages brain cells, the extent of reversibility depends on the extent of the damage. If damage occurs in an area where other brain cells can compensate, the individual’s symptoms may improve. In areas with more specialized and fewer cells, repair might be possible but challenging.
Long-term Methamphetamine Use Harms the Brain in Three Ways:
- Inducing Acute Neurotransmitter Changes: Prolonged meth use directly alters the brain’s cellular transporters and receptors, which play a role in regulating mood. This can lead to chronic impairments and symptoms such as irritability, apathy, anger, depression, insomnia, and anxiety.
- Brain Cell Death: Heavy methamphetamine use is known to cause cell death in regions associated with self-control, including the frontal lobes, caudate nucleus, and hippocampus. Damage in these areas can manifest in various psychiatric symptoms. Cell death in these regions is irreversible and can lead to long-lasting alterations.
- Rewiring the Brain’s Reward System: Methamphetamine addiction also damages the brain’s reward center, with changes often being permanent in regions such as the ventral tegmental area (VTA), nucleus accumbens, and frontal lobes. Alterations in the reward center are responsible for the individual’s cravings when quitting the substance.
In conclusion, prolonged methamphetamine use inflicts significant harm on the brain, affecting neurotransmitter balance, causing cell death in crucial regions, and disrupting the brain’s reward system. The extent of recovery and rehabilitation depends on the severity of the damage and the brain’s capacity for compensation and repair.
The Likelihood of Reversing Brain Damage
In a study conducted by Temple University’s Department of Psychology and the Substance Abuse Research Center:
Users who abstained from methamphetamine for 6 months scored lower in motor skills, verbal abilities, and psychological tasks compared to a group that had never used the substance. However, after 12-17 months, their scores in motor and verbal skills became comparable to those who had never used. Yet, they continued to experience difficulties in performing psychological tasks, exhibiting a higher likelihood of depression, apathy, and aggression.
What to Expect After Quitting Methamphetamine Use
The possibility of restoring normal brain functions varies from individual to individual. Determining factors include the duration and frequency of substance use. Within 6-12 months after discontinuation, the following improvements in functions and/or symptoms can be anticipated:
Reduced nightmares, Improvement in depression and anxiety, Enhanced focus and attention, Normalization of brain receptors and transporters, Decreased tension and emotional anger, Restoration of neurotransmitter activity in brain regions governing personality, Stabilization of mood fluctuations.
However, one aspect that may not easily recover is an individual’s experience of drug cravings, which can persist even after years of abstinence. This particular issue often arises from damage to the brain’s reward system due to:
Diminished levels of dopamine and serotonin transporters
The depletion of dopamine and serotonin due to methamphetamine use can lead to a series of extreme mood swings, ranging from initial euphoria to subsequent periods of severe depression, apathy, and hopelessness.
Effects of Methamphetamine
Research indicates that damage to the dopamine transporter system can be significantly repaired over time with substantial abstinence. However, neural loss within the CNS cannot be fully reversed. The CNS can recover some partial functions lost to a significant degree due to a mechanism known as neural plasticity. (The ability of neurons and other structures in the brain to change and expand their functions due to severe injuries, because significant environmental cues force the remaining neurons in the brain to take on other functions). Nevertheless, this function is limited, and there is considerable individual variability in the recovery process. Individuals chronically using methamphetamine can experience a range of lasting neurological and cognitive effects.
Long-Term Cognitive Effects Associated with Methamphetamine Use
The list of cognitive and emotional effects resulting from chronic methamphetamine use continues to expand based on research. The following cognitive domains indicate significant impairment as a result of chronic methamphetamine use:
Attention
Damage to neurons in the frontal and prefrontal cortex results in chronic issues related to sustained attention, shifting focus, and concentration, often persisting even after substantial abstinence.
Judgment and Problem Solving
The damage resulting from methamphetamine use affects the individual’s ability to suppress impulses, leading to weak judgment and problem-solving abilities. The extent of this functional impairment will vary from person to person. Some individuals might be more impulsive and require initial assistance in controlling their behaviors, while others might exhibit deeper deficiencies.
Memory
Research studies have shown significant reduction in the ability to encode and recall information both in animals and humans after chronic methamphetamine use.
Motor Difficulties
Damage in a series of neurons in the brain’s white matter pathways is associated with changes in motor functions, including reaction time, coordination in fine and complex skills, and even basic functions such as walking.
Emotional Control
An individual’s ability to regulate and control their emotional states and/or genuine emotional experiences.
Individuals chronically using methamphetamine might experience emotional imbalances that can lead to mood swings, chronic depression, persistent apathy, loss of motivation, aggression issues, hostility, irritability, and even self-harm and/or suicidal behaviors.
This reflects both neurotransmitter depletion and structural damage resulting from chronic methamphetamine use.
Clinical Psychologist Tuğçe Turanlar
Effects of Methamphetamine on the Brain
FOR THOSE IN NEED OF MORE DETAILED ACADEMIC INFORMATION ABOUT METHAMPHETAMINE
Pharmacology of Methamphetamine
The net result of methamphetamine is the excessive stimulation of monoaminergic pathways in the central and peripheral nervous systems, which can lead to severe dysfunction and even neuronal degeneration in many brain regions, including the striatum, prefrontal cortex, and hippocampus.
Peripheral release of monoamine neurotransmitters leads to acute effects such as euphoria, increased mental sharpness, positive mood, social and sexual disinhibition, as well as systemic sympathomimetic effects.
The effects of methamphetamine on the dopaminergic, noradrenergic, serotonergic, and opioidergic neurotransmitter systems result in behavioral and cognitive changes shortly after use.
Pharmacokinetic Properties of Methamphetamine
Inhaling methamphetamine as smoke or injecting it intravenously leads to almost instantaneous onset of a euphoric feeling that lasts for several minutes.
After intranasal and oral administration, reaching the peak euphoric state takes approximately 5 and 20 minutes, respectively, and the effect has been reported to last between 8 to 12 hours.
The substance is largely metabolized in the liver and then excreted by the kidneys.
EFFECTS OF METHAMPHETAMINE
Repeated monoamine release in the central nervous system (CNS) is responsible for various neurological and psychiatric issues observed in methamphetamine users.
Excessive dopaminergic function leads to psychotic symptoms, while disruptions in glutamatergic, GABAergic, cholinergic, and opioidergic transmission result in other symptoms such as aggression, depression, motor disorders, and sleep disturbances.
Short-term effects of methamphetamine include euphoria, alertness, wakefulness, increased confidence, hyperactivity, and loss of appetite.
Dopamine release is responsible for the euphoric effects of methamphetamine, but prolonged use of the drug induces molecular changes in the dopamine system and contributes to terminal nerve damage in the brain. This leads to impaired motor skills, rapid cognitive decline, increased anxiety, psychotic disorders, violent behavior, hallucinations, delusions, and depression.
At higher doses, methamphetamine induces aggression, restlessness, repetitive behaviors, agitation, confusion, anxiety, irritability, dysphoria, violent behavior, psychomotor disturbances, stereotypes, auditory hallucinations, panic, and paranoia.
In the late stages of high-dose methamphetamine use, euphoria is replaced by negative symptoms such as anxiety and feelings of emptiness, along with many of the previously described symptoms.
Withdrawal from Methamphetamine
The withdrawal period from methamphetamine is subjectively uncomfortable but not life-threatening.
The intensity and duration of withdrawal syndrome vary. Common symptoms include depression, fatigue, hypersomnia, increased appetite, irritability, anxiety, aggression, and intense cravings for methamphetamine.
Depressive symptoms are the most prominent feature of methamphetamine withdrawal and can persist even after a 2-week abstinence period.
During this time, depression and anxiety can lead to suicidal thoughts. Aversion to the drug can last at least 5 weeks, with users being particularly vulnerable to relapse between days 7 to 14 of abstinence.
Methamphetamine Psychosis
Psychosis that occurs during single-use or withdrawal is usually temporary, but chronic methamphetamine use increases susceptibility to psychotic disorders.
An observational study in Thailand showed that a quarter of patients with methamphetamine psychosis were diagnosed with schizophrenia within 5 years of their initial hospitalization.
Depression, suicidal behavior, violence, psychosis, poor physical health, and extreme weight loss are highlighted problems in methamphetamine users.
Depressive symptoms and suicidal thoughts can occur during active drug use, withdrawal, and even abstinence periods.
Mood shifts and impulsive behavior are components of methamphetamine-related psychiatric syndromes; their most serious consequence is an increased tendency toward suicide.
High-risk methamphetamine users have been reported to exhibit elevated levels of accidents and suicide compared to the normal population.
Pharmacotherapy for Methamphetamine Use Disorder
There is no approved medication to treat methamphetamine use disorder, and pharmacotherapy is recommended as an adjunct to psychosocial interventions rather than a primary component of treatment. Investigated medications for methamphetamine use disorder include acetylcysteine, antidepressants, antiepileptic drugs, atypical antipsychotics, calcium antagonists, muscle relaxants, opioid antagonists, psychostimulants, and varenicline. Methamphetamine-associated psychosis, depressive syndromes, anxiety, and sleep disorders, as well as persistent or co-occurring syndromes related to methamphetamine, are generally treated symptomatically.
Medication administration should be done with caution, considering the possibility of concurrent substance use. If the patient requires treatment for evident agitation, aggression, or psychotic symptoms, benzodiazepines should be the preferred initial agents.
If benzodiazepines are insufficient to calm the patient, especially if they have delusions or hallucinations, the addition of an antipsychotic medication could be considered. Patients with methamphetamine use disorder should be recommended for qualified withdrawal treatment for a minimum of three weeks, and acute treatment should be combined with other psychotherapeutic methods such as behavioral therapy or contingency-based therapy (reward-focused therapy) as soon as possible.
SOURCE
Metamfetamin ve Beyin Üzerindeki Etkileri
Dusunen Adam The Journal of Psychiatry and Neurological Sciences 2018;31:1-10 Editoryal / Editorial DOI: 10.5350/DAJPN20183101001 makalesinden alıntılanmıştır.
Devamı
ADHD – Yetişkin Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu
Yetişkin Bireylerde ADHD
Türkçe karşılığı, “DEHB, Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu” olarak da bilinen ADHD, hem çocukları hem de yetişkinleri etkileyen bir nörogelişimsel bozukluktur. ADHD; dikkati sürdürme zorluğu, dürtüleri kontrol etmedeki sorunu ve hiperaktiviteyi düzenlemedeki zorluklarla karakterize edilir. Yani; hiperaktivite, dikkat eksikliği ve dürtüsel davranış gibi süregelen problemlerin kombinasyonunu içeren işlevsel olmayan durumlar olarak anlatılır. Bireyin, iş ve sosyal hayatı dahil olmak üzere, çeşitli yaşam alanlarını da negatif ölçüde etkileyebilir.
- ADHD’NİN NEDENLERİ, ÇOCUKLARDA VE YETİŞKİNLERDE ADHD
- ADHD’NİN BELİRTİLERİ
- TEDAVİ
- ADHD’E SAHİP BİREYLER İÇİN ÖNERİLER
ADHD’nin Nedenleri, Çocuklarda ve Yetişkinlerde ADHD
Bilim insanları ADHD’ye tam olarak neyin sebep olduğundan emin değiller. Ancak; genlerin, çevrenin ve beyin yapısındaki bazı farklılıkların ADHD’yi tetiklediğini düşünüyorlar.
ADHD genellikle aileler arasında görülür ve çoğu durumda ebeveynlerden miras alınan genlerin, bu durumun oluşmasında önemli bir faktör olduğuna inanılır. Araştırmalar, ADHD olan bir kişinin ebeveynlerinin ve kardeşlerinin de, ADHD’ye daha yatkın olduklarını göstermektedir. Ancak, ADHD’nin gen aktarımına hangi ölçülerde dahil olduğu karmaşık durumdadır ve tek bir genetik bağ ile ilişkili olmadığı düşünülmektedir.
ADHD’si olan kişilerin, ortalama, 10’nundan 2 ilâ 3’ü konsantre olma ve odaklanma sorunları yaşarken, hiperaktivite veya dürtüsellikle ilgili sorun yaşamayabilirler. Ayrıca, kişiye çocukluk döneminde ADHD teşhisi konulduysa, muhtemelen bazı belirtileri yetişkinliğe taşımış olma ihtimali de bulunabilir. Çocukken teşhis konulmamış olsa bile, ADHD sizi yetişkin olduğunuzda da etkileyebilir.
Amerikan Psikiyatri Birliği’ne göre, ADHD, yaklaşık olarak çocukların %8.4’ünü ve yetişkinlerin %2.5’ini etkiler. Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü’ne göre, bu rakamların daha yüksek olabileceği tahmin edilmektedir.
Doğru tedavi alabilmek için, yetişkin ADHD’nin belirtilerini tanımak önemlidir.
ADHD’nin Belirtileri
Belirtiler erken çocukluk döneminde başlayabilir (6 yaşından önce fark edilebilir) ve yetişkinliğe kadar devam edebilir. Bazı durumlarda kişi yetişkin olana kadar bile anlaşılmayabilir. Yetişkin ADHD belirtileri, çocuklardaki belirtiler kadar net olmayabilir. Yetişkinlerde aşırı hareketlilik azalabilir, ancak dürtüsel davranışlarla, huzursuzluklarla ve dikkat vermede güçlüklerle sorun devam edebilir. Yetişkinlere ADHD teşhisi koymak, çocuklara göre biraz daha zordur. ADHD’ye sahip yetişkin biri, hayatı için dengeyi sağlama hususunda zorluklar yaşayabilir. Örneğin, hiperaktivite yetişkinlerde azalma eğilimindedir; ancak, yetişkin hayatının baskıları arttıkça, dikkat eksikliği de aynı doğrultuda artabilir.
Dikkatsizlik ve ilgisizlik semptomları
- Odaklanamama veya öncelik belirleme yeteneğinin olmaması
- Zayıf organizasyon eylemleri
- Sessiz kalmada zorluk çekme
- Stresle başa çıkma güçlüğü
- Aşırı sabırsızlık
- Aktivitelerde risk alma. Bu durum genellikle kişisel güvenlik veya başkalarının güvenliğini dikkate almama. Örneğin, tehlikeli şekilde araba kullanma.
Düzensizlik ve unutkanlık semptomları
ADHD tanısı alan bir yetişkinin, yaşamı genellikle karmaşık ve kontrolsüz gibi görülebilir. Aynı zamanda neyin görevle ilgili olduğunu sıralamak, yapılacaklar listesini önceliklendirmek; görevleri, sorumlulukları takip etmek ve zamanını yönetmek de zorlaşabilir. Düzensizlik ve unutkanlık semptomlarının yaygın olarak görülenleri aşağıdaki gibidir:
- Projeleri başlatmakta ve bitirmekte zorluk çekmek
- Eski görevleri bitirmeden yenilerine başlamak
- Sürekli geç kalmak
- Sık sık randevuları, taahhütleri, son tarihleri unutmak
- Sürekli olarak şeyleri kaybetmek veya yanlış yerleştirmek (anahtarlar, cüzdan, telefon, belgeler, faturalar…)
- Görevleri tamamlamak için gereken zamanı hafife almak
- İşleri ertelemeye eğilim
- Zayıf düzenleme becerileri (ofis, ev…)
- Sürekli olarak bir şeyleri kaybetme veya yanlış yerleştirme
Dürtüsellik semptomları
Bu kategorideki semptomlar; bireye, davranışlarını, yorumlarını ve tepkilerini engelleme konusunda zorluklar yaşatabilir. Kişinin düşünmeden hareket etmesine neden olabilir ya da kişiye sonuçları düşünmeden tepki verdirebilir. Diğerlerini kesip söze giren kişi, yorumlarını bir anda söyleyebilir ve talimatları okumadan görevleri hızla tamamlayabilir. Bu gibi semptomlar genellikle şunları içerir:
- Sürekli olarak diğerlerinin sözünü kesmek
- Zayıf öz kontrol, bağımlılık eğilimleri
- Düşünmeden kaba veya uygunsuz düşünceleri pat diye söyleme
- Sonuçları düşünmeden düşüncesizce veya spontane davranma. Sosyal olarak uygun yollarla davranmada zorluk çekme (uzun bir toplantıda sessizce oturmak gibi)
Duygusal semptomlar
ADHD’li birçok yetişkin duygularını yönetmekte zorlanabilir. Özellikle öfke veya hayal kırıklığı gibi duygular söz konusu olduğunda bu durum daha da zorlaşabilir. Yetişkin ADHD’nin yaygın duygusal semptomları şunları içerir:
- Kolay sinirlenme, huzursuzluk ve gerginlik
- Kısa süren, sık patlayıcı öfkeler
- Düşük öz saygı, güvensizlik veya yetersizlik duygusu
- Motive kalmakta zorluk çekme
- Eleştirilere karşı aşırı duyarlılık, tahammülsüzlük.
Tedavi
Yetişkin ADHD tedavisi, psikiyatrik eş tanılar ve yetişkin yaşamının karmaşık yapısı nedeniyle çocukların tedavisinden daha kapsamlı olarak planlanmaktadır. Yetişkinler, ADHD’nin meydana getirmiş olduğu ya da olabileceği herhangi bir sağlık durumu için tedavi görür. Yukarıdaki belirti ya da belirtilerden herhangi biri, kişiyi ve kişinin hayatını etkiliyorsa, bir ruh sağlığı uzmanından destek alınabilir. ADHD için teşhis koymayı ve tedavi sürecini sağlık profesyonelleri yapabilir. Tedavi süreci genellikle , bu konuda uzman psikiyatrist ve klinik psikolog tarafından planlanır.
ADHD’nin tedavisi, semptomları hafifletmeye ve günlük yaşamda karşılaşılan sorunu ya da sorunları daha az hale getirmeye yardımcı olabilir. Kişi, hayatını yönetme konusunda kendi çabalarına rağmen zorlanıyorsa, destek almanın zamanı gelmiş olabilir. ADHD, ilaç veya terapi kullanılarak tedavi edilebilir; ancak genellikle her ikisinin birleşiminin daha etkili olduğu düşünülmektedir.
Bu alanda çalışan sağlık uzmanı, kişinin semptomlarının (belirti) altında yatan diğer tıbbi sorunların olup olmadığını kontrol etmek için fiziksel muayene yapabilir; kan testi ve psikolojik test önerisinde bulunabilir, bireyin sağlık geçmişi hakkında sorular sorabilir. Davranış sorunları, odaklanmadaki zorluk veya motivasyon eksikliği gibi konular hakkında yorumlamalarda bulunabilir.
ilaçlar ADHD için kalıcı bir tedavi yöntemi değildir. Ancak ADHD’si olan bir kişinin daha iyi odaklanmasına, daha az dürtüsel davranmasına, daha sakin hissetmesine ve yeni beceriler öğrenip uygulamasına yardımcı olabilir. Tedavi araları, ilacın hala gerekip gerekmediğini değerlendirmek için zaman zaman doktorunuz tarafından önerilebilir.
ADHD Tanılı Bireyler İçin Öneriler
Yetişkin bir ADHD bireyi için faydalı olabilecek birkaç öneride bulunulabilir:
- Ruh hali dalgalanmalarını dengelemek, fazla enerjiyi olumlu bir şekilde atmak, vücudu sakinleştirmek için sağlıklı yiyecekler tüketilebilir ve egzersiz yapılabilir.
- Yorgunken; odaklanmak, stresi yönetmek, üretken olmak ve sorumlulukların üstesinden gelmek daha da zorlaşır. En azından yatmadan bir saat önce ekranları kapatmak ve 7-9 saat arasında uyumak faydalı olabilir.
- Daha iyi zaman yönetimi uygulanabilir. Tüm planlamalar için alarm kurulabilir.
- İlişkiler üzerinde çalışılabilir. Arkadaşlarla etkinlikler planlanıp bu planlara sadık kalınabilir.
ADHD’yi suçlamayın. Kendinizi suçlamayın. ADHD teşhisi konulan yetişkinler genellikle sorunlarını kendilerine yükler veya kendilerini olumsuz bir öz değerlendirmeyle görürler. Bu, öz saygı sorunlarına, anksiyeteye veya depresyona yol açabilir. Mevcut tedavi seçenekleri hakkında daha fazla bilgi edinmek ve ADHD sahibi biri için hangi tedavilerin iyi çalışabileceğini öğrenmek adına bir uzmandan yardım alınabilir. Zaman zaman zor olabilir; ancak önemli olan ADHD sahibi bir kişiye, davranışlarının kontrol edilebilir olduğunu öğretmektir.
Uygun tedavi sonrası, ADHD olan ve bu belirtilere sahip olan bireyler, yaşam aktivitelerini, yeteneklerini, iletişimlerini ve davranışlarını daha da etkili kullanabilecekler, kişiliklerinin olumlu taraflarını yaşamalarına tanık olma şansına sahip olacaklardır. ADHD’ye ne kadar erken müdahale edilirse, bireylerin yaşamları süresince karşılaştıkları belirtiler de bir o kadar az olacaktır.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Kaynaklar
Attention deficit hyperactivity disorder
Adult attention-deficit/hyperactivity disorder
ADHD in Adults: Symptoms, Effects, and Self-Help
Adult ADHD: Symptoms, Causes, Treatments
Devamı

Bipolar Bozukluk ve Türleri
Bipolar Bozukluk Nedir
Bipolar Bozukluk belli bir düzen olmaksızın yineleyen mani, hipomani, depresyon ya da karma görünümlü duygudurum dönemleri ile karakterize, kronik seyirli, mesleki, ailesel ve sosyal alanlarda işlevsellikte belirgin bozulmaya yol açan bir duygudurum bozukluğudur.
Eskiden manik depresyon olarak adlandırılan bipolar bozukluk, duygusal çıkışlar (mani veya hipomani) ve düşüşler (depresyon) içeren aşırı ruh hali değişimlerine neden olur.
Depresyona girdiğinizde üzgün, umutsuz hissedebilir ve çoğu aktiviteye olan ilginizi kaybedebilirsiniz.
Ruh haliniz mani veya hipomani dönemine geçtiğinde, öforik (yoğun neşe), enerji dolu veya alışılmadık derecede sinirli hissedebilirsiniz.
Bu ruh hali değişimleri uykunuzu, enerjinizi, aktivite yapma isteğinizi, davranışlarınızı ve muhakeme yapma yeteneğinizi etkileyebilir.
Ruh hali değişimleri nadiren veya yılda birkaç kez meydana gelebilir.
Bipolar bozukluk ömür boyu süren hastalık olsa da ilaçlar ve psikoterapi ile ruh hali değişimlerinizi ve diğer belirtileri yönetebilirsiniz.
Manik dönemde dürtüsel olarak çalışmayı bırakabilir, ilişkinizi bitirebilir, aşırı alışveriş yapabilir veya iki saat uyuduktan sonra kendinizi iyi dinlenmiş hissedebilirsiniz.
Depresif dönemde ise yataktan kalkamayacak kadar yorgun, yalnız, işsiz ve borçlu olmaktan dolayı mutsuz olabilirsiniz.
Bipolar bozukluğu olan birçok kişinin başarılı kariyerleri, mutlu aile yaşamları ve tatmin edici ilişkileri vardır. Bipolar bozuklukla yaşamak zordur, ancak tedavi, sağlıklı başa çıkma becerileri ve sağlam bir destek sistemi ile belirtilerinizi yönetebilirsiniz.
Bazı insanlar mani ve depresyon dönemleri arasında gidip gelirler, ancak çoğu manik olduğundan daha çok depresyondadır. Mani, tanınmayacak kadar hafif olabilir. Bipolar bozukluğu olan kişiler semptomlar olmadan da uzun süreler yaşayabilirler.
Bipolar bozukluk tedavisinin temelini ilaç tedavisi oluştururken, terapi ve kendi kendine yardım stratejileri de önemli roller oynar. Düzenli egzersiz yaparak, yeterince uyuyarak, doğru beslenerek, ruh halinizi izleyerek, stresi minimumda tutarak ve kendinizi destekleyici insanlarla çevreleyerek semptomlarınızı kontrol edebilirsiniz..
DSM-IV ve DSM-IV-R’de duygudurum bozuklukları içinde yer alan Bipolar Bozukluk, 2013 yılında yayımlanan DSM-5’te bipolar ve ilişkili bozukluklar olarak ele alınmıştır.
Bipolar Bozukluğun iki yıl içinde tekrarlama oranı %60 civarındadır.
Bipolar Bozukluğun Nedenleri
Bipolar bozukluğun nedenleri tam olarak bilinmese de araştırmalar genetik faktörlerin güçlü derecede etkisi olduğunu göstermektedir. Bipolar bozukluğun ilk mani veya depresif epizodu genellikle gençlik yıllarında veya erken yetişkinlik döneminde ortaya çıkar. Semptomlar hafif ve kafa karıştırıcı olabilir. Bipolar bozukluğu olan birçok kişi gözden kaçırılır veya yanlış teşhis edilir. Bipolar bozukluk tedavi olmaksızın kötüleşme eğiliminde olduğundan, semptomların nasıl göründüğünü öğrenmek önemlidir. Sorunun farkına varmak, daha iyi hissetmenin ve hayatınızı yeniden yoluna koymanın ilk adımıdır.
Genetik etkenlerin Bipolar Bozukluk gelişiminde yaklaşık %60-80 oranında etkisinin olabileceği bulgulanmıştır.
Bipolar bozukluk, çevresel etkenlerin hastalığın ortaya çıkışını ve ilerlemesini etkileyebildiği bir psikiyatrik bozukluktur. Hastalığa yatkınlığı arttıran genetik etkenlerin olmadığı durumlarda bile, bazı olumsuz yaşam alışkanlıkları, alkol ve madde kullanımı, dışarıdan alınan bazı ilaçlar ve psikososyal etkenler hastalığın gelişmesinde ya da kötüleşmesinde önemli bir rol oynayabilir.
Bipolar bozukluk aynı zamanda enerji seviyesini, muhakeme yeteneğini, hafızayı, konsantrasyonu, iştahı, uyku düzenini, cinsel dürtüleri ve benlik saygısını da etkileyebilir. Ayrıca, bipolar bozukluk anksiyete, madde kötüye kullanımı, diyabet, kalp hastalığı, migren ve yüksek tansiyon gibi sağlık sorunlarıyla ilişkilendirilmiştir.
Hastalığın genellikle depresyon şeklinde başladığı düşünülmektedir (%50-%85). Bir dönemden sonra, bir yıl içinde nüks ihtimali %50’ye, dört yıl içinde %70’e ve beş yıl içinde %90’lara kadar çıkabilir. Depresif dönemler genellikle sinsi belirtilerle başlar, ancak manik dönemler ani bir şekilde ortaya çıkar. Depresif dönemlerin ortalama süresi 3-5 ay, manik dönemlerin ortalama süresi 2 ay ve karma dönemlerin ortalama süresi 5-12 ay arasındadır. Bu süreler kişiden kişiye değişebilir ve yayınlarda farklılıklar bulunabilir.
Bipolar bozuklukta dört ruh hali bölümü vardır: Mani, Hipomani, Depresyon ve Karma Dönem. Her epizodun kendine özgü bir dizi semptomu vardır.
Mani Belirtileri
Bipolar bozukluğun mani döneminde, yüksek enerji, yaratıcılık ve öfori duyguları yaşamak yaygındır. Bir manik dönem yaşadığınızda, hızlı ve akıcı bir şekilde konuşabilir, çok az uyuyabilir ve hiperaktif olabilirsiniz. Kendinizi yenilmez veya kaderinizde önemli biri olacakmış gibi hissedebilirsiniz.
Ancak, mani başlangıçta iyi hissettirse de kontrolden çıkma eğilimi gösterebilir. Manik dönem sırasında umursamaz bir davranış sergileyebilirsiniz; birikimlerinizle kumar oynamak, uygunsuz cinsel ilişkilerde bulunmak veya mantıksız iş yatırımları yapmak gibi davranışlara yönelebilirsiniz.
Ayrıca, öfkeli ve saldırgan olma eğilimi gösterebilirsiniz; tartışmalara yol açabilir, başkalarının planlarınıza uymadığı durumlarda saldırganlık gösterebilir ve davranışınızı eleştiren herkesi suçlayabilirsiniz. Bazı insanlar, sanrılar veya sesler duyma gibi psikotik semptomlar yaşayabilirler.
Bipolar bozukluğun manik döneminde aşağıdaki belirtiler yaygın olarak görülebilir:
- Alışılmadık derecede “keyifli” ve iyimser hissetmek veya aşırı sinirli olmak.
- Kişinin yetenekleri veya güçleri hakkında gerçekçi olmayan, gösterişli inançlar.
- Çok az uykuyla birlikte son derece enerjik hissetmek.
- Hızlı konuşma hızıyla diğerlerinin takip etmesi zor olabilir.
- Yarışan düşünceler; bir fikirden diğerine hızla atlamak.
- Dikkatin dağılması ve konsantrasyon sorunları yaşamak.
- Bozulmuş muhakeme ve dürtüsellik.
- Sonuçlarını düşünmeden pervasız hareketlerde bulunmak.
- Sanrılar ve halüsinasyonlar (ağır vakalarda).
Bu belirtiler, manik dönemin yoğunluğuna bağlı olarak değişebilir ve her bireyde farklılık gösterebilir. Özellikle sanrılar ve halüsinasyonlar daha ağır vakalarda ortaya çıkabilir. Bu belirtiler, bipolar bozukluğun tanı kriterlerini yansıtır ve profesyonel bir değerlendirme ile doğrulanması önemlidir.
Hipomani Belirtileri
Hipomani, daha az şiddetli bir mani durumudur. Hipomanik bir dönemde, öforik, enerjik ve üretken hissedersiniz, ancak gerçeklikle bağınızı kaybetmeden günlük yaşamınıza devam edebilirsiniz. Başkalarına, olağanüstü derecede iyi bir ruh halinde olduğunuz izlenimini verebilirsiniz. Ancak hipomani, kötü kararlarla ilişkilerinize, kariyerinize ve itibarınıza zarar verebilen sonuçlara yol açabilir. Ayrıca, hipomani genellikle tam bir mani atağına yükselir veya majör depresif bir dönemle devam eder.
Bipolar Depresyon Belirtileri
Geçmişte bipolar depresyon normal depresyonla aynı şekilde ele alınıyordu ancak giderek artan sayıda araştırma, özellikle tedavi yaklaşımları konusunda, ikisi arasında önemli farklılıklar olduğunu ortaya koymaktadır.
Bipolar depresyonu olan birçok kişiye antidepresanlar yardımcı olmaz. Aslında, antidepresanların bipolar bozukluğu kötüleştirme, mani veya hipomani ataklarını tetikleme, hızlı ruh hali döngüleri oluşturma veya diğer ruh dengeleyici ilaçlarla etkileşime girme riski taşıdığı bilinmektedir.
Benzerliklere rağmen, bipolar depresyonda bazı belirtiler normal depresyona kıyasla daha yaygın olabilir. Örneğin, sinirlilik, suçluluk duyguları, öngörülemeyen ruh hali değişimleri ve huzursuzluk gibi belirtiler bipolar depresyonda daha sık görülebilir. Ayrıca, bipolar depresyonda yavaş hareket etme, yavaş konuşma, aşırı uyuma ve kilo alma eğilimi de sıkça gözlenebilir. Ek olarak, psikotik depresyon olarak bilinen, gerçeklikle bağlantınızı kaybettiğiniz bir durumu geliştirme ve işlevsellikte ciddi zorluklar yaşama olasılığınız bipolar depresyonda daha yüksek olabilir.
Bipolar depresyonun yaygın semptomları şunları içerir:
- Umutsuz, üzgün veya boş hissetme
- Sinirlilik
- Zevk alamama
- Yorgunluk veya enerji kaybı
- Fiziksel ve zihinsel durgunluk
- İştah veya kilo değişiklikleri
- Uyku sorunları
- Konsantrasyon ve hafıza sorunları
- Değersizlik veya suçluluk duyguları
- Ölüm veya intihar düşünceleri
Bipolar depresyon belirtileri, bireyden bireye farklılık gösterebilir ve semptomların şiddeti değişebilir. Bu semptomlar, bipolar depresyonun tanı kriterlerini yansıtır ve profesyonel bir değerlendirme ile doğrulanması önemlidir. Ölüm veya intihar düşünceleri varsa, acilen bir ruh sağlığı uzmanına başvurmak önemlidir.
Karma Dönem belirtileri
Bipolar bozuklukta karma dönem, manik ve depresif belirtilerin aynı anda veya hızla birbirini takip ettiği bir durumu ifade eder. Karma dönem, bipolar bozukluğun bir alt tipidir ve mani, hipomani ve depresyon belirtilerinin bir arada bulunur.
Karma dönemdeki kişiler hem manik/hipomani belirtilerini yaşarlar (örneğin, yüksek enerji, hiperaktivite, abartılı iyimserlik), hem de depresyon belirtilerini deneyimlerler (örneğin, umutsuzluk, üzüntü, düşük enerji). Kişinin ruh hali ve enerjisi hızla değişebilir, dolayısıyla kişi bir anda coşkulu ve hareketli olabilirken bir süre sonra hüzünlü ve enerjisiz hale gelebilir.
Karma dönem, bipolar bozukluğun diğer episodlarından farklıdır, çünkü hem mani/hipomani hem de depresyon belirtilerinin bir arada bulunmasıyla karakterizedir. Bu durum, kişinin duygusal denge ve işlevsellik üzerinde olumsuz bir etkisi olabilir ve tedavi gerektirebilir. Karma dönemdeki kişiler intihar riski taşıyabilir, bu nedenle profesyonel yardım almak önemlidir.
Bipolar Bozukluk türleri
Semptomlar kişiden kişiye çok değişebildiğinden, bipolar bozukluk genellikle mani ve depresyon örüntüsü ile tanımlanan farklı türlere ayrılır.
Bipolar I Bozukluğu
Bipolar I bozukluğunda en az bir manik bölüm yaşanır. Manik bölüm, aşırı yükselmiş, hiperaktif ve aşırı enerjik bir ruh haliyle karakterizedir. Kişi manik bölümdeyken düşük bir ihtiyaç duygusu, azalmış uyku ihtiyacı, hızlı konuşma, amaçsız faaliyetlerde artış, hızlı düşünceler ve düşünceler arasında bağlantısızlık gibi belirtiler gösterebilir.
Bipolar I bozukluğunda ayrıca major depresif bölümler de yaşanabilir. Major depresif bölümde ise yoğun bir düşüş, umutsuzluk, enerji kaybı, uyku problemleri, iştah değişiklikleri, konsantrasyon güçlüğü, intihar düşünceleri gibi belirtiler görülebilir.
Bipolar I bozukluğu olan kişiler genellikle manik bölümler ve depresif bölümler arasında dalgalanmalar yaşarlar. Bu dönemler arasındaki geçişler, kişinin yaşam kalitesi ve işlevselliği üzerinde önemli bir etkiye sahip olabilir. Profesyonel yardım ve uygun tedavi, bu dalgalanmaların yönetilmesine ve kişinin daha sağlıklı bir dengeye ulaşmasına yardımcı olabilir.
Bipolar II Bozukluğu (hipomani ve depresyon)
Bipolar 2 bozukluğunda, en az bir hipomanik bölüm ve en az bir major depresif bölüm yaşanır. Hipomanik bölüm, manik bölüme benzer belirtiler gösterir, ancak daha hafif düzeydedir. Kişi hipomanik bölümde enerjik, hiperaktif, yaratıcı ve hedefe yönelik olabilir. Bununla birlikte, hipomanik bölümdeki belirtiler kişinin işlevselliğini ciddi şekilde etkilemez ve psikotik özellikler içermez.
Major depresif bölümde ise yoğun bir düşüş, umutsuzluk, enerji kaybı, uyku problemleri, iştah değişiklikleri, konsantrasyon güçlüğü, intihar düşünceleri gibi belirtiler görülür. Bu depresif bölüm bipolar 2 bozuklukta daha belirgin ve daha uzun süreli olabilir.
Bipolar 2 bozuklukta kişi genellikle hipomanik bölümler ve major depresif bölümler arasında dalgalanmalar yaşar. Hipomanik bölümler daha sık görülürken, manik bölümler tipik olarak yaşanmaz. Bu dalgalanmalar, kişinin yaşam kalitesi ve işlevselliği üzerinde önemli bir etkiye sahip olabilir. Doğru tanı ve uygun tedavi, bu dönemlerin yönetilmesine ve kişinin daha sağlıklı bir dengeye ulaşmasına yardımcı olabilir.
Bipolar 1 bozukluk ve bipolar 2 bozukluk arasındaki temel fark; yaşanan manik bölümlerin şiddeti ve süresidir.
Bipolar 1 Bozukluk
Bipolar 1 bozukluk, en az bir manik dönemin yaşanmasıyla karakterizedir. Manik dönem, aşırı yükselmiş, hiperaktif ve aşırı enerjik bir ruh haliyle kendini gösterir. Kişi manik dönemdeyken azalmış uyku ihtiyacı, hedefsiz faaliyetlerde artış, hızlanmış konuşma, hızlı düşünceler ve düşünceler arasında bağlantısızlık gibi belirtiler sergileyebilir. Manik dönemler genellikle ciddi işlevsellik bozukluğuna ve bazen hastanede tedavi gerektirebilecek durumlara yol açabilir.
Bipolar 2 Bozukluk
Bipolar 2 bozukluk ise en az bir hipomanik dönem ve en az bir major depresif dönemle karakterizedir. Hipomanik dönem, manik döneme benzer belirtiler gösterir, ancak daha hafif düzeydedir. Kişi hipomanik dönemde enerjik, hiperaktif, yaratıcı ve hedefe yönelik olabilir. Major depresif dönemde ise yoğun bir düşüş, umutsuzluk, enerji kaybı, uyku problemleri, iştah değişiklikleri, konsantrasyon güçlüğü, intihar düşünceleri gibi belirtiler görülür. Bipolar 2 bozuklukta manik bölümler nadiren veya hiç yaşanmazken, hipomanik bölümler daha sık görülür.
Her iki bozukluk da önemli sağlık sorunlarına yol açabilir ve uygun tedavi ve destek önemlidir. Doğru tanı, uygun tedavi planı ve düzenli takip, bu bozuklukların yönetilmesine ve kişinin yaşam kalitesini iyileştirmesine yardımcı olabilir.
Bipolar 1 bozukluk genellikle daha yoğun tedavi gerektirebilir ve hastalar genellikle bazı antipsikotik ilaçlar kullanabilir. Bipolar 2 bozukluk ise genellikle antidepresanlar ve duygudurum dengeleyici ilaçlar kullanılarak tedavi edilebilir.
Özet olarak, bipolar 1 bozuklukta en az bir manik bölüm yaşanırken, bipolar 2 bozuklukta en az bir hipomanik bölüm ve bir major depresif bölüm yaşanır. Manik bölümlerin şiddeti ve süresi, bu iki bozukluğu ayıran önemli bir farktır.
Siklotimi (hipomani ve hafif depresyon)
Siklotimi, döngüsel ruh hali değişimlerinden oluşan daha hafif bir bipolar bozukluk türüdür. Semptomlar tamamen gelişmiş mani veya depresyondan daha az şiddetlidir.
Siklotimi, bipolar 1 veya bipolar 2 bozukluk kadar şiddetli manik veya depresif bölümleri içermez, ancak daha hafif düzeyde hipomanik ve depresif dönemlerin tekrarlayıcı olmasıyla karakterizedir.
Siklotimi belirtileri genellikle daha hafif düzeydedir ve kişinin işlevselliğini ciddi şekilde etkilemeyebilir. Ancak, tekrarlayıcı hipomanik ve depresif dönemler yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilir ve kişinin günlük yaşam aktivitelerini zorlaştırabilir. Siklotimi tanısı koymak için belirtilerin en az 2 yıl boyunca sürekli olarak devam etmesi gerekmektedir. Bu süre boyunca belirtiler kesintisiz olarak ortaya çıkmalı ve birkaç ay boyunca normale dönmemelidir.
Belirtilmemiş veya diğer türler
Başka bir kategoriye uymayan semptomlar yaşarsanız veya bunlar madde bağımlılığı gibi başka bir tıbbi durumdan kaynaklanırsa, doktorunuz tanımlanmamış bipolar bozukluk teşhisi koyabilir.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Kaynaklar
Fagiolini A , Coluccia A, Maina G, Forgione RN, Goracci A, Cuomo A. Diagnosis, Epidemiology and Management of Mixed States in Bipolar Disorder. CNS Drugs. 2015;29(9):725-40.
Maj M, Akiskal HS, Lopez-Ibor JJ, Sartorius N. Bipolar Disorders. West Sussex, UK, Wiley, 2002.
Patel NC, DelBello MP, Keck PE, Strakowski SM. Pheneomenology associated with age at onset in patients with bipolar disorder at their first psychiatric hospitalization. Bipolar Disord 2006; 8: 91-4.
Stringaris A, Youngstrom E. Unpacking the differences in US/UK rates of clinical diagnoses of early-onset bipolar disorder. Am Acad Child Adolesc Psychiatry. 2014 Jun;53(6):609-11.
Sayın A, Aslan S. Duygudurum bozuklukları ile huy, karakter ve kişilik ilişkisi. Turk Psikiyatri Derg. 2005; 16:276-83.
Güleç C, Köroğlu E. Psikiyatri Temel Kitabı. 2. Baskı, Hekimler Yayın Birliği, Ankara: Medico Graphics Matbaası, 2007.
Suominen K, Mantere O, Valtonen H, Arvilommi P, Leppamaki S, Paunio T, Isometsa E. Early age onset of bipolar disordder is associated with more severe clinical features but delayed treatment seeking. Bipolar Disord 2007; 9: 698-705. 54.
Mandelli L, Souery D, Bartova L, Kasper S, Montgomery S, Zohar J, et al..Bipolar II disorder as a risk factor for postpartum depression.J Affect Disord 2016; 204:54-8.
van der Voort TY, Seldenrijk A, van Meijel B, Goossens PJ, Beekman AT, Penninx BW, Kupka RW. Functional versus syndromal recovery in patients with major depressive disorder and bipolar disorderJ Clin Psychiatry 2015;76(6):e809-14. 56.
Schaffer A, Isometsä ET, Tondo L, Moreno DH, Sinyor M, Kessing LV, Turecki G, et al. Epidemiology, neurobiology and pharmacological interventions related to suicide deaths and suicide attempts in bipolar disorder. Aust N Z J Psychiatry 2015;49:785- 802.
Mandelli L, Souery D, Bartova L, Kasper S, Montgomery S, Zohar J, et al..Bipolar II disorder as a risk factor for postpartum depression.J Affect Disord 2016; 204:54-8.
van der Voort ve ark. (2015) yaptığı bir çalışmaya göre hastaların yalnızca %24’ü tam iyileşme gösterebilmektedir (55).
van der Voort TY, Seldenrijk A, van Meijel B, Goossens PJ, Beekman AT, Penninx BW, Kupka RW. Functional versus syndromal recovery in patients with major depressive disorder and bipolar disorderJ Clin Psychiatry 2015;76(6):e809-14
Devamı
Öfke Nasıl Yönetilir
Öfke, insanların hissettiği en temel duygulardan biridir. Bu duygu genellikle stres, hayal kırıklığı ve rahatsızlık hisleriyle karakterizedir. Herkes zaman zaman öfke hisseder ve bu normal bir tepkidir.
Market kasası sırasında önünüze geçen biri yüzünden öfkelenebilirsiniz. Duygusal olarak incindiğinizde, tehdit edildiğinizde, canınız acıdığında veya bir çatışma içinde olduğunuzda da öfkeli hissedebilirsiniz.
Bazı insanlar öfkeyi aniden, şiddetli bir şekilde yaşar. Bunu kontrol edemez veya tetikleyicileri belirleyemezler. Eğer sık ve yoğun öfke patlamaları yaşıyorsanız; bu durum size veya çevrenizdeki insanlara fiziksel ve duygusal zarar veriyorsa, öfkenizle başa çıkmak için profesyonel yardıma ihtiyacınız olabilir.
Öfke patlamaları mental ve fiziksel sağlığa zarar verir. Stres hormonlarının uzun süre salınması, beynin karar verme ve kısa süreli hafıza bölümlerine olumsuz etki eder, bağışıklık sistemini zayıflatır. Bu nedenle, öfke yönetimi önemlidir.
Bazen öfkeyi, diğer başa çıkmak istemediğimiz duyguların yerine kullanırız. Örneğin; duygusal acı, korku, yalnızlık veya kayıp. Bu durumlarda, öfke ikincil bir duygu haline gelir.
Öfkenin, birçok canlının hayatta kalma mücadelesinde önemli bir rolü vardır. Öfke, kişiyi tehdit altında hissettiği durumlarda uyararak, savunma veya kaçma tepkisi vermesine yardımcı olur.
Ancak, sürekli ve yoğun öfke duygusu sağlık üzerinde olumsuz etkilere neden olur.
Öfkenin Sağlık Üzerindeki Etkileri
İlişki sorunları: Kontrolsüz öfke, ilişkilerde sorunlara neden olabilir. Boşanma, ayrılık veya aile içi şiddet gibi ciddi sonuçlara yol açabilir.
Depresyon: Kronik öfke, depresyona yol açabilir ve kişinin yaşam kalitesini düşürebilir.
Anksiyete bozuklukları: Öfke kontrol edilemediğinde anksiyete bozukluklarına neden olabilir.
Stres: Kontrolsüz öfke, stres seviyelerini artırabilir.
Bipolar bozukluk: Araştırmalar, aşırı öfkenin bipolar bozukluğu olan kişilerdeki manik atakları tetikleyebileceğini göstermektedir.
Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB): Bazı çalışmalar, kontrolsüz öfkenin OKB semptomlarının ortaya çıkmasına neden olabileceğini göstermektedir.
Borderline Kişilik Bozukluğu: Kontrolsüz öfke, Borderline Kişilik Bozukluğu olan kişilerdeki özelliklerin bir parçası olabilir ve kişinin sosyal ilişkilerini ve işlevselliğini olumsuz etkileyebilir.
Alkol veya Madde Bağımlılığı: Kontrolsüz öfke, alkol veya madde bağımlılığına yol açabilir ve bu bozuklukların semptomlarını şiddetlendirebilir.
Öfke Nasıl Yönetilir
Öfke Yönetimi
İnsanlar öfke ve diğer olumsuz duyguları yönetmekte zorlanabilirler. Öfkeyi kontrolsüzce serbest bırakmak öfkenin beslenmesine neden olur. En iyi yol öfkenin nedenlerini, tetikleyicilerini ve sonuçlarını anlayıp onu yönetme yeteneğini geliştirmektir.
Öfkenizi Tanıyın
Öfke kontrolünün ilk adımı, öfkenin nasıl bir şey olduğunu ve ne zaman ortaya çıktığını anlamaktır. Kendinizi öfkeli hissetmeye başladığınızda bu duygunun farkında olun ve öfkenizin nasıl bir davranışa yol açabileceğini gözlemleyin.
Ara verin
Kendinizi öfkeli hissettiğinizde, bulunduğunuz yerden uzaklaşın ve derin bir nefes alıp yavaş yavaş verin. Bu sizi sakinleştirir.
Kaynağı belirleyin
Öfkenizin kaynağını belirlemeye çalışın. Söylenen veya yapılan bir şeyden dolayı mı öfkelisiniz? Yoksa stres veya yorgunluk gibi başka bir şeyden mi kaynaklanıyor? Öfkenizin kaynağını bilmek, onu ele almanıza yardımcı olur. Açığa çıkan öfkenin altında yatan başka bir duygu olabilir. Korku veya yalnızlık gibi. Belki de aklınıza gelen hoş olmayan bir düşüncedir.
Tetikleyicilerden Kaçının
Hızlı bir şekilde öfkeleniyorsanız, tetikleyicilerinizi belirlemeye ve önlemeye çalışmak faydalı olabilir. Aynı kişiyle veya aynı konu hakkında konuştuğunuzda sıklıkla öfkeleniyorsanız, öfkelerinizi daha iyi kontrol etmeyi öğrenene kadar o kişiden veya o konudan kaçınmak adımlarınızdan biri olabilir.
Rahatlama tekniklerini uygulayın
Meditasyon veya yoga gibi rahatlama teknikleri, öfkenizi yönetmenize ve stresi azaltmanıza yardımcı olur.
Meditasyon, insanların duygularını kontrol etmelerine yardımcı olan çok faydalı bir yöntemdir.
Olumlu İfadeler Kullanın
Olumsuz düşünceler ve duygular, öfkenizin şiddetini artırabilir. Olumlu ifadeler kullanarak öfkenizi azaltabilirsiniz. Kendinize “sakinim” veya “kontrolü elimde tutuyorum” gibi şeyler söyleyin.
Kendinizi açıkça ifade edin
Patlayıp savunmaya geçmek yerine, öfkenizi yaratan kişi veya kişilerle açıkça iletişim kurun. Duygularınızı sakin ve saygılı bir şekilde ifade edin.
Destek arayın
Güvendiğiniz bir arkadaş veya aile üyesiyle konuşmak veya profesyonel yardım almak, duygusal destek sağlayabilir ve öfkenizi daha etkili bir şekilde yönetmenize yardımcı olur.
Kendinize bakın
Egzersiz yapmak, iyi beslenmek ve yeterince dinlenmek, stresi yönetmenize destek olur ve öfkenin birikmesini engeller.
Egzersiz, sadece fiziksel sağlığınız için değil, aynı zamanda zihinsel sağlığınız için de faydalıdır. Ayrıca, öfke gibi duyguları yararlı ve üretken bir şekilde kanalize etmenin bir yoludur. Öfkeli olduğunuzda hızlı bir koşu veya yüzme, duyguyu etkisiz hale getirmenize yardımcı olabilir.
Uyku düzenine dikkat edin
Uyku yoksunluğu öfke patlamalarını kontrol etmeyi zorlaştırır. Bu nedenle, düzenli ve yeterli uyku alarak kendinizi tetikleyicilerden koruyabilirsiniz.
Farklı perspektifleri göz önünde bulundurun
Kendinize, öfkelendiren yorumunuzu desteklemek için hangi kanıtlara sahip olduğunuzu sorun. Alternatif yorumları düşünün ve farklı perspektifleri göz önünde bulundurun.
Liste Hazırlayın
Öfkelendiğiniz düşüncelerinizi bir liste haline getirin ve her birinin yanına gerçekle ilgisi olan bir açıklama yazın. Bu egzersizi düşüncelerinizi fark ettiğiniz anda yapmaya çalışın.
Örneğin, “Hakan bugün işte benimle konuşmadığına göre, muhtemelen benden hoşlanmıyor” yerine “Hakan bugün işte benimle konuşmadı ama bunun gerçek nedenini bilmiyorum. Belki kötü bir ruh hali vardı. Belki de bir şey oldu.”
İmajinasyon Tekniğini Kullanın
Öfke yükseldiğinde, mutlu bir sahneyi zihninize getirin.
Öfke Davranışlarınızı Tanımlayın
Öfkelendiğiniz düşüncelerinizi listelemenin yanı sıra, kapıları çarpmak veya sesinizi yükseltmek gibi öfkenizi yansıtan davranışlarınızı da belirlemek önemlidir. Daha sonra, sakinleşmek için derin bir nefes almak gibi sağlıklı bir şekilde hareket etmenin farklı yollarını listeleyin. Bir dahaki sefere öfkelendiğinizi hissettiğinizde, bunları uygulamaya çalışın.
Ayrıca, “Bu beni neden öfkelendirdi?” veya “Buna öfkelenmeye değer mi?” gibi düşünerek, “Sinirlenmek işime yaramayacak”, “Haklı olarak üzgün / rahatsız / hayal kırıklığına uğradım ama bu durumu kontrol altında tutabilirim” gibi olumlu öz konuşma yapmayı deneyin.
Profesyonel Yardım Alın
Öfke sorununuz çok yoğun ve engelleyici bir hal almışsa, bir terapistle görüşmek yardımcı olabilir. Terapist, öfkenizin kök nedenlerini belirlemenize ve daha etkili stratejiler geliştirmenize yardımcı olabilir.
İletişim sırasında yanlış anlamaları önlemek için şu yöntemleri kullanabilirsiniz
İlk aklınıza gelen şeyi söylemek veya hemen sonuç çıkarmak yerine, diğer kişiyi dinleyin. Eleştirel veya savunmacı bir tavrı varsa, karşı saldırıya geçmeyip neden böyle hissettiğini anlamaya çalışın.
Açık ve anlaşılır bir dil kullanarak iletişim kurmak ve karşı tarafın da söylediklerini anladığınızdan emin olmak önemlidir.
Bu yöntemler, karşınızdaki kişiyle sağlıklı bir iletişim kurmanıza ve yanlış anlamaları önlemenize yardımcı olabilir.
Unutmayın, öfke doğal bir duygudur ve bazen öfkeli hissetmek normaldir. Öfkeyi sağlıklı bir şekilde yönetmek, hayatınıza ve ilişkilerinize olumsuz etki etmesini önler.
“Herkes öfkelenebilir. Bu kolaydır. Ne var ki; doğru insana, doğru derecede, doğru zamanda, doğru maksatla ve doğru biçimde öfkelenmek… İşte bu zordur” (ARİSTO, İ.Ö. 384-322).
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Öfke Nedir, Neden Olur ve Nasıl Yönetilir?
Kaynaklar
Beck, R., & Fernandez, E. (1998). Cognitive-behavioral therapy in the treatment of anger: A meta-analysis. Cognitive therapy and research, 22(1), 63-74.
Henwood, K. S., Chou, S., & Browne, K. D. (2015). A systematic review and meta-analysis on the effectiveness of CBT informed anger management. Aggression and violent behavior, 25, 280-292.
Manfredi, P., & Taglietti, C. (2022). A psychodynamic contribution to the understanding of anger-The importance of diagnosis before treatment. Research in Psychotherapy: Psychopathology, Process and Outcome, 25(2).
Devamı