
Dissosiyasyon ve Çocukluk Çağı Travmaları
Dissosiyasyon Kavramı
Dissosiyasyon, zihinsel süreçlerin bilinçten ayrılması ve kendi içindeki bütünlüğü kaybetmesi sonucu kişinin duygu ve düşünceleriyle ilgili farkındalığın azalması olarak tanımlanmaktadır ( Bolu ve ark, 2014 ). Ağır stres durumlarda aşırı anksiyeteyi azaltarak ruhsal dengenin sürmesini sağlayan savunma mekanizmalarından biridir. Ancak ağır bir şekilde kullanıldığında ve sürekli hale geldiğinde semptomların ortaya çıkmasına neden olur. Bellek, kimlik ya da bilinç işlevlerinde bozulmalar meydana gelir. Kişi bilgi dışında da anı, duygular ve düşünce kalıpları gibi birçok zihinsel içeriğe ulaşmada sorun yaşar. Dissosiyatif bozukluklarda oluşan bu durum, merkezi sinir sistemini etkileyen organik bir bozukluk sebebiyle değil ruhsal kaynaklı bir durum olarak gerçekleşmektedir ( Şar, 2000 ).
Alter Kişilik Etkileri
Pasif etkileme
Kişi duygu, düşünce ve davranışlarına müdahale edildiğini hisseder. Bu müdahale iç dünyada varlıkları hissedilen ve yabancı olarak algılanan alter kişilikler tarafından gerçekleştirilir. Bu durum, alter kişiliklerin birbirlerini ya da ev sahibini yönetme eğilimlerinden kaynaklanır ( Akyüz, 1999; Akt: Şar, 2004)
Varsanılar
DKB hastalarının yaklaşık %80’i “iç sesler” duyar. Bu sesler çoğunlukla alter kişiliklerden gelmektedir. İç konuşmalar şeklinde ortaya çıkar. Görüşmeci ile diyalog kurarak onun sorularına içerden karşılık verirler. Alter kişilik bilincin kontrolünü ele geçirdiği zaman ise bu durum varsanı olmaktan çıkıp hastanın ağzından konuşmaya dönüşür ( Şar, 2004 ).
Çocuksu Davranış
Çocuk yaştaki alter kişiliklerden biri kontrolü ele aldığı zaman çocuksu davranışlar ortaya çıkar. Bu tip davranışların bazıları çevre tarafından sorun olarak algılanmayabilir. Bazıları ise zaman yöneliminin bozulması veya dışkısını ortalık yere yapma gibi, gündelik yaşamla uyuşmadığı için fark edilir ( Şar, 2004 ).
Ruhsal Travma ve Dissosiyasyon
Ruhsal travmanın etkileri erişkinlikte ve çocuklukta birbirinden farklıdır. Çocukta dissosiyasyona olan yatkınlık erişkinlikte olandan daha fazladır. Çocukluk çağında oluşan travmatik yaşantılar erişkinlik dönemindeki dissosiyatif bozuklukların asıl sebebini oluşturur ( Şar, 2000 )
Çocuklar psikolojik, cinsel ya da fiziksel saldırılara karşı kendilerini savunamayacak kadar güçsüzdürler. Çocuğu ağır bir şekilde etkileyen ruhsal travmalar, çocuğun yaşamını sürdürdüğü ortamda yakınları tarafından gerçekleştirilenlerdir. Fiziksel olarak kaçmak, direnmek veya yaşanılanları kabul etmek oldukça zordur. Bu durumda psikobiyolojik bir savunma mekanizması olan dissosiyasyon, yaşanılan travmanın fiziksel ve ruhsal etkilerini uzaklaştırma görevini üstlenir. Travmaya bağlı duygu, düşünce ve algılar bilinçten uzaklaştırılarak normal şartlarda erişilmeyecek bir konuma getirilir. Böylece dissosiyasyon fiziksel ve ruhsal acıya karşı direncin gerçekleştirilmesini sağlamış olur ( Zoroğlu ve ark, 2000).
Başlangıçta travmatik yaşantının üstesinden gelme amacıyla kullanılan dissosiyatif düzenek zamanla uyumsal olmayan patolojik bir sürece dönüşür ( Şar, 2000). Çocuklar sürekli olarak travmatize edildikleri zaman, bu savunma mekanizması aşırı ölçüde kullanılır. Bunun sonucunda da dissosiyatif bozukluklar meydana gelir ( Zoroğlu ve ark, 2000).
Cinsel istismar kurbanı olan çocuklarda, istismarın ilk döneminde amnezi ve uyurgezerlik ortaya çıkabilmektedir. Çocuğun gözlerini belli bir noktaya dikip uyaranlara cevap vermediği trans benzeri durumlar çocuklarda en sık görülen dissosiyasyon belirtisidir. Dissosiyasyon istismarın getirdiği ezici ve korkutucu duygulardan çocuğun kaçınmasına yardım eder ( Aktepe, 2009 ).
Kişinin algılarını, duygularını, anılarını ve zamanla tüm zihnini bölmelere ayıran dissosiyatif savunma, kişiyi travmatik yaşantının etkisinden uzaklaştırırken gerekli ruhsal çözüm işlemini ileride başka bir bakış açısı içinde yapılmak üzere erteler. Böylece fiziksel çaresizlik içinde de olsa denetimin kaybedildiği hissini önler. Ancak daha sonra dissosiyasyon ruhsal bakımdan çaresizlik yaratan bir mekanizmaya dönüşür. Çoklu kişilik bozukluğu olan hastaların %90’ı çocukluk çağında ihmal ya da istismar yaşantılarına dair bildirimler vermektedir. Bu bildirimlerin önemli bir kısmı da doğrulanabilmektedir ( Şar, 2000 ).
İstismarcıya Bağlanma
Çocuk, büyümek ve gelişimini tamamlamak için bağlanmak zorundadır. Bu bağlanmanın önemini oldukça fazladır. İstismarı yapan kişi çocuğun en yakını da olsa çocuk travmaya rağmen istismarcısına bağlanmaya devam eder. Bu bağlanma dissosiyasyon ile gerçekleşir. Diğer taraftan bağlanma sırasında çocuk istismarcıyı kendi içinde özdeşleştirerek, kendi içerisinde onun bir benzerini yaratır. Bu şekilde onu kendi kontrolü altında tutabileceğini düşünerek ruhsal bakımdan güçsüzlüğü engellemeye çalışır. Çocuk kontrol odağının yerini değiştirerek, dışarıdan kontrol edilmenin yönünü kendi içinden kontrol edebilmeye çevirmiştir. Ancak bu seferde kendi kontrolünü kaybetmiştir. Çünkü çocuk bölünmeye uğradığından kendi ruhsal yapısı içerisindeki yabancılar tarafından yönetilmeye başlamıştır ( Şar, 2000 ).
İstismarcı Alter Kişilik
Çoklu kişilik bozukluğu olan hastaların tedavisinde istismarcı ile özdeş olan alter kişiliklerin bütüne entegre edilmesiyle tedavi sonlandırılır. Diğer taraftan, istismarcı özellikteki alter kişilikler, hastanın da istismarcı davranışlarda bulunmasına sebep olabilir. Bu açıdan bakıldığında birçok istismarcının da dissosiyatif bozukluğa sahip olabileceği düşünülmelidir. Bu durum ise istismarın önlenmesini zorlaştırır, istismarcıyı kendi davranışları konusunda içgörüden yoksun hale dönüştürür. Örneğin babası tarafından çocukluğunda defalarca kemerle dövülmüş olan bir kadında erişkinlikte bu sefer kendi çocuklarını döven ve olayı hatırlamayan, saldırgan bir alter kişilik oluşabilmektedir. Bu durum dissosiyasyon ve istismarın kuşaktan kuşağa geçmesine ve içgörüsüzlüğe sebep olabilir. Ayrıca, kendi dissosiyatif yapıları nedeni ile çelişkili davranışlar ve tutumlar gösteren, çift mesaj veren bir anne ya da baba da çocuklarda dissosiyasyon oluşturabilir ( Şar, 2000 ).
Dissosiyatif Kimlik Bozukluğunun Adli Yönü
Bu konuya adli yönden iki şekilde bakılabilir. Bunlardan ilki suç işleyen kişilerde bulunan dissosiyatif kimlik bozukluğudur. Amerika kökenli yapılan çalışmalardan birinde seri cinayet işleyen katillerde DKB görülmesinin hiç de az olmadığı düşünülmektedir. Bu çalışma, vakalarda ağır çocukluk çağı travma yaşantılarının varlığını da kanıtlamaktadır. Bazı vakalarda içgörü kaybının ileri düzeylere ulaşabildiği de görülmektedir. Araya giren trans halleri de tehlikeli dönemler olabilir. Özellikle agresif alter kişiliklerin aniden kontrolü ele alarak eğilimlerine uygun saldırgan davranma olasılıkları da vardır. DKB hırsızlık gibi şiddet içermeyen suçlarda da kendini gösterebilir. İkinci yaklaşımda ise istismara maruz kalan kişilerde DKB ve benzeri dissosiyatif bozukluk bulunması durumudur. Özellikle çocukluk çağında istismara uğrayan kişi, olay sırasında ya da sonrasında dissosiyatif belirtiler gösterebileceği gibi, uzun dönem etkileri göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Başka bir durumda ise, DKB olan kişinin ruhsal rahatsızlığından dolayı istismara daha açık olup kendini koruyamaması durumudur. Bu durum gerek çocuklukta gerekse erişkinlikte olabilir. Bu yüzden ceza hukuku açısından değerlendirilmesi gerekebilir. Genel olarak, DKB’nin bilinç ve davranış özgürlüğünü kısmi olarak etkileyebileceğini göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bazı durumlarda tam aksine kişi davranışlarında tamamen sorumlu olabilir ( Şar, 2004).
Klinik Psikolog Tuğçe TURANLAR
Devamı

Çocuklar için Ölüm ve Kaybı Anlama
Çocuklar için Ölüm Kavramı
Çocuğun ölümün anlamını kavraması; yaşına, gelişim düzeyine ve kişilik özelliklerine göre farklılaşmaktadır.
Çocuğa ölüm ile ilgili açıklama yapılacağı zaman; çocuğun ihtiyaç duyduğu kadar bilgiyi gelişim düzeyine uygun kelimelerle açık, anlaşılır, ve basit bir şekilde aktarmak önemlidir.
Ölümü; uyku, hastalık, uzağa gitmek, yaşlılık gibi kavramlarla özdeşleştirerek açıklamak doğru değildir.
Yetişkinin çocuğa yaklaşım biçimi çok önemlidir. Yetişkin; çocuğu yargılamadan dinlemeye açık ve çocuğun duygusunu ifade etmesine yardımcı olan bir yakınlık göstermelidir.
Çocuğa kayıptan önceki yaşantısının değişmeden devam edeceği ve güvende olacağı duygusu hissettirildiğinde çocuk yas süreci ile sağlıklı bir şekilde başa çıkabilecektir.
Yas Tepkileri;
- Uyku
- Yeme sorunları
- Kızgınlık, Öfke
- Suçluluk
- Endişe
Üzüntü ve yas süreci kaybedilen kişi ile olan ilişkinin derinliğine, kaybın yaşandığı ortama göre değişmektedir.
Yas Süreci;
- Şok (Bu gerçek değil)
- İnkar (Bu durumda bir yanlışlık var)
- Kızgınlık (Neden bir başkası değil)
- Suçluluk (Neden ona daha iyi davranmadım)
- Korku (Ya diğerlerine de bir şey olursa)
- Tükenmişlik, depresyon, konfüzyon ve pazarlık etme (“Bir mucize olsaydı”)
Çözümlenmiş Yas: Kişinin acı çekmeden kaybettiği kişiyi hatırlayabilmesidir.
Çocuklarla Ölüm Üzerine Konuşmak
Çocuklar aslında çevrelerinde ve tv programlarında ölümün ne olduğunu görürler. Kendi oyunlarına dahil de ederler. Ölüm doğal yaşamın bir gerçeği ve çocuklar biraz da olsa bunun farkındadırlar.
Çocuklar çok iyi gözlemcidirler. Yetişkinlerin doğru söyleyip söylemediklerini ve duygularını rahatlıkla anlayabilirler. Bu yüzden çocuklarla konuşurken cümlelerde şüphe duygusu bulunmamalıdır. Çocuk şüpheye düşer ve yetişkinin söylediklerine güvenmezse ölümü korku ve endişe verici bir durum olarak görebilir. Aynı şekilde çocuğa ihtiyacı olandan daha fazla bilgi verilir ve kavram kullanılırsa çocuğun aklı karışabilir.
Worden’a göre:
- Çocuk kendini hazır hissettiği zaman onunla iletişim kurulmalı
- Çocuğun iletişim kurma denemeleri engellenmemeli
- Dürüst açıklamalar yapılmalı
- Çocuğun söyledikleri dinlenmeli ve yansıttığı, aktardığı duyguları kabul edilmeli
- Küçük oldukları söylenerek konu ertelenmemeli
- Basit ve net cümleler kurularak soruları cevaplanmalı
Çocuk için önemli olan kayıp öncesi yaşamının devam edeceğini bilmesidir. Aşırı korumacı tepkiler doğal akışı olumsuz etkileyebilir. Yakın çevre ile ilişkiler, öncesinde olduğu gibi devam ederse çocuk kendini güvende hissedebilir.
Kayıp yaşayan ailelerin uyum süreci yaklaşık 18-24 ay arası değişebilmektedir.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
“Çocuklar için Ölüm ve Kaybı Anlama”
Devamı

Çocuk İstismarı ve Mağdur Çocukla Görüşme Teknikleri
ÇOCUK İSTİSMARI: Dünya Sağlık Örgütü’ne göre çocuk istismarı, çocuğun sağlığını, yaşamını ve gelişimini riske atacak şekilde bir yetişkin, toplum veya ülkesi tarafından bilerek ya da bilmeyerek yapılan davranışlar, haklarını ihlal eden her türlü eylem ve eylemsizliklerin tümüdür (WHO, 2006). Çocuğa karşı yapılan istismarın fiziksel istismar, cinsel istismar, duygusal istismar ve ihmal olmak üzere dört farklı boyutu vardır (WHO, 2006):
Fiziksel istismar: Çocuğun kaza dışı fiziksel olarak yaralanması şeklindedir. Fiziksel bulgular olması sebebi ile en kolay tespit edilen istismar türüdür.
Cinsel istismar: Çocuğun gelişimsel olarak hazır olmadığı, ne olduğunu kavrayamadığı, rıza gösterme ve onaylama kapasitesi olmadığı cinsel aktiviteye zorlanması durumudur.
Duygusal istismar: Çocuğun sevgi, ilgi ve bakımdan mahrum kalması ve bu yüzden psikolojik sorunlar yaşaması durumudur.
İhmal: Çocuğun ihtiyacı olan beslenme, sağlık, barınma, korunma gibi temel gereksinimlerinin kendisine bakmakla sorumlu olan kişiler tarafından karşılanmamasıdır.
İstismara uğrayan çocukların önemli bir bölümü, maruz kaldıkları istismar sonucunda korktukları ve kendilerini bu durum yüzünden suçlu hissettikleri için, yaşadıklarını gizleyerek bu olayı bildirmemektedir. Bu yüzden mağdur çocuklar almaları gereken tıbbi, hukuki, psikolojik ve sosyal yardımı alamamaktadır. Ayrıca, çocuğun değerlendirme sürecinde, bu alanda yeterliliği bulanmayan kolluk kuvvetleri ve adli merciler tarafından, yaşadıklarını tekrar tekrar anlatmasına mecbur bırakılması, çocuğun yaşadığı travmayı şiddetlendirerek ruh sağlığını daha da çok bozmaktadır (Yüksel ve ark, 2013).
ÇOCUK İSTİSMARI – MAĞDURLA GÖRÜŞMENİN ÖNEMİ
Çocukla yürütülen soruşturmalar yetişkinlerle yapılandan farklıdır. Özellikle cinsel istismar mağduru olan çocukların yaşadığı travma ve gelişim özellikleri açısından verdiği tepkiler onlardan bilgi almayı zorlaştırmaktadır. Ayrıca mental ve zihinsel bozukluğu olan çocuklara daha özel bir ilgi gereklidir (Aydın ve Sönmez, 2014; Akt: Gönültaş ve Akduman, 2016). Mağdurla görüşme yapan kişinin çocuğu tekrar travmatize etmeyecek şekilde bildirim alması önemlidir. Bu sebeple, bu tarz soruşturmalarda yer alan kişilerin bu konularla ilgili eğitimi ve tecrübesi bulunmak zorundadır.
Goodman- Brown ve ark. (2003) araştırmasında çocukların ilk görüşmelerde bilgi vermekten kaçındığı ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada mağdur bildirimlerinin; istismarın çeşidi, mağdurun yaşının büyük olması, olumsuz sonuçlanma endişesi, aile içi istismar, başına gelenler yüzünden kendini suçlama duygusu faktörlerinden etkilendiği bulunmuştur. Yapılan bir diğer araştırmada, 202 mağdur bildirimi incelenmiş ve bu bildirimlerin; mağdurun cinsiyeti (erkek çocuklarının kız çocuklarına göre istismarı bildirme oranları daha az), istismarcının denetimi altında olma, penetrasyon içeren bir istismara maruz kalma ve istismarcının çocuğu tehdit etmesi gibi değişkenlerden etkilendiği bulunmuştur (Gönültaş, 2013; Akt: Gönültaş ve Akduman, 2016).
Adli görüşme sürecinde amaç, mağduru travmatize etmeden mağdurdan yaşanan olayla ilgili bildirim almaktır. Çocuğa sorulan soruların açık uçlu olması, çocuğun cevaplarının yönlendirilmemesi ve ayrıntılı bilgi alınması açısından oldukça önemlidir. Sorular çocuğun gelişim özellikleri göz önünde bulundurularak sorulmalıdır. Görüşmeyi gerçekleştiren uzman kişi yaşanılan bu adli süreci çocuğun anlayacağı bir şekilde ona açıklamalıdır.
ÇOCUK İSTİSMARI – MAĞDUR İLE GÖRÜŞME
Uzmanlar, çocuğu bir başkasına göndermek yerine, tıbbi incelemelerin biran önce bitirilmesini sağlayarak, çocuğun daha fazla zarar görmesini engellemekle sorumludur. Çocuğun istismarcısı ona bakmakla yükümlü olan aile üyelerinden biri ise çocuğun istismarcı ile ilişkisi kesilmeli gerekirse koruma altına alınmalıdır (Bulut, 2008). Uzmanın ilk görevi problemleri belirleyerek çocuğun neden bir danışmanla görüştüğünü anlamasını sağlamaktır. Bu sebeple, danışman yargılayıcı olmadan, samimi bir şekilde çocuğun yaşına uygun olarak açıklamalar yapmalıdır. Görüşme yapılan oda ise çocukların kendilerini rahat ve güvende hissedebileceği resmi olmayan bir yer olmalıdır. Bu çocuğun konuşmasını ve kendini ifade etmesini kolaylaştıracaktır (O’Brien 2001; Akt: Bulut, 2008).
Kendini ifade etme yeteneği gelişmemiş ve içinde bulunduğu durumdan korkan çocukların ebeveynleri yanlarında bulunabilir. Ebeveynler çocuğun korkmasını engelleyip çocuk hakkında bilgi alınmasına yardımcı olabilir. Ancak bu aşamadan sonra çocuk ile yalnız görüşülerek olayı bir de onun anlatmasını sağlamak gerekmektedir. Kendini ifade edebilen çocukların ailesi ise görüşmeye alınmamalı, gizli kameradan ya da ayna arkasından görüşmeyi izlemelidir. Böylece hem olaylardan haberdar olabilirler hem de çocuğa herhangi bir şekilde müdahale edemezler. Özellikle, ebeveynlerden birinin şüpheli olduğu durumlarda önemlidir ( Renvoize, 1993; Akt: Bulut, 2008). Çocuğun ve aile üyelerinin kimlik bilgileri gizli tutulmalı ve etiketlenmemeleri için önlemler alınmalıdır (Hughes ve Baker, 1990; Akt: Bulut, 2008).
İlk görüşmedeki diğer önemli nokta ise çocuğu başına gelenlerin onun suçu olmadığına dair ikna etmektir. Bu yüzden çocuğun korkularını ve endişelerini gidermek gerekir. Buradaki temel amaç, olumlu duyguları güçlendirmek ve olumsuz duyguları azaltmaktır (Black ve DeBlassie, 1993; Akt: Bulut, 2008). Bazen çocuklar rahat bir şekilde olayları anlatabilir. Böyle vakalarda uzmanlar şaşırma, korku veya onaylama davranışı göstermemelidir. Buna ek olarak, çocuk fiziksel olarak zarar görmüşse, üzülmesini ya da korkmasını engellemek amacıyla çocuğa dokunmaktan kaçınılmalıdır (Bulut, 2008).
Cinsel istismar mağduru olan çocukların ağır bir travma içinde olabileceğini unutmamak gerekir. Adli süreçte çocuktan bilgi alınırken, çocuğun gelişim özelliği ve içinde bulunduğu durum göz önünde bulundurulmalıdır. Çocuğun tekrarlı olarak travmatize edilmesini engellemek için görüşme olabildiğince kısa sürede ve tek seferde bir uzman tarafından yapılmalıdır. Görüşme sırasında yönlendirici sorular sorulmaktan kaçınılmalı, çok gerekmedikçe kapalı uçlu sorular sorulmamalıdır. Aile bireylerinin çocuğa herhangi bir müdahalede bulunamaması için önlemler alınmalı ve çocukla yalnız görüşülmelidir. En önemlisi ise çocuk içinde bulunduğu sürecin hukuki boyutu açısından bilgilendirilmelidir.
Çocuk istismarı davalarında bulunan görevlilerin bu konu hakkında eğitim alması, çocuğun geleceğini güvende tutmak açısından oldukça büyük bir önem taşımaktadır.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
“Çocuk İstismarı ve Mağdur Çocukla Görüşme Teknikleri”
KAYNAKLAR
Bulut, S. (2008). Erken Çocukluk Dönemi Cinsel İstismarının Psikodinamik Oyun Terapisiyle Teşhisi ve Tedavisi. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi,29,131-144.
Gönültaş, M. B., Akduman, İ. (2016). Çocuklara Yönelik Cinsel İstismar Soruşturmalarında Mağdur Bildirimlerinin Önemi. Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi,23,274-289.
Yüksel, F., Keser, N., Odabaş, E., Kars, G. B., Yurtkulu, F., Daşkafa, F., Arslan, F., Cayrat, E. (2013). Çocuk İstismarı ve Çocuk İzlem Merkezleri. Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi,2,18-22.
Devamı

Aşk içinde kalmanın bir yolu var mı
“Aşk, varoluşsal boyutta benlik sınırlarının terk edilmesidir.” Kernberg
Aşkın içinde kalmanın bir yolu var mı?
“Sevgi, insanın varoluş sorununa tek makul ve yeterli cevaptır.” Erich Fromm
Çoğumuzun aşina olduğu bir senaryodur bu: Bir arkadaşımız ya da akrabamız bize partnerinin olumsuz davranışları hakkında sürekli sitemde bulunur. Bu kişiye neden hala onunla birlikte olduğunu sorduğumuzda: “Çünkü onu seviyorum” der.
Ailemiz veya ilk bakıcılarımız bize karşı sevgi göstermekte sorun yaşamış ise kendimizi sevmekte güçlük çekebiliriz. Bu da ilişkilerimizde mücadeleye yol açar.
Erken çocukluk dönemimizdeki incinme veya reddedilme hissi, sevgiyi ifade etme ve sürdürme becerimize zarar verebilir. Bunların sonucunda kendimizi geri çekmeye ve sevginin yerine başka şeyler koymaya ya da yanlış yapmaya başlarız.
Güven duyma ve onaylanma ihtiyacı ile bize kötü davranan ya da reddeden insanları seçeriz.
Bilincinde olmadan bizimle aynı savunma biçimlerini kullanan insanlara gideriz. Böylece istediğimizi düşündüğümüz yakınlığa ulaşamayız ve bu ilişkiye tahammül etmekte de zorlanırız.
Aşk bazen savunmasız ya da korkutucu hissettirebilir. Çünkü kırılabileceğimizi düşünürüz.
Aşka bir şans vermekten korkabiliriz. Bu yüzden sevgi dolu duygularımızı karşımızdaki ile paylaşmadan kendimize saklarız.
Erken çocukluk döneminden itibaren sevgi ile beslenen bireyler, şefkat ve empati yeteneğine sahip sevgiyi içtenlikle kabul edip verebilirler.
“Aşk, bilişsel etkinliği devre dışı bırakan, geçici bağımlılık ve sevilen kişiye yönelik bedenin verdiği duyarlı tepkidir.” Tennov
Aşk neden biter?
Aşkın bitmesine sebep olan partnerler;
İki ayrı birey olmak yerine bütün olurlar.
Alan tanımak yerine birbirlerinin dünyalarını kontrol etmeye ve/veya sınırlandırmaya çalışırlar.
İlişkileri keyif vermeyen bir rutine dönüştürürler.
Birbirlerine saygı duymaktan vazgeçerler.
Aşık olmanın verdiği belirsizliği ve macera hissini daha bastırılmış bir güven duygusuyla değiştirirler.
Gerçek Aşk
Gerçek aşk, iki bireyin de diğeri tarafından beslenmesi sonucunda geliştiğinde var olur.
Her iki birey de gelişmiyorsa, bu gerçekten aşk mıdır?
İlgilendiğimizi düşündüğümüz kişiyi sürekli olarak görmezden geldiğimizde, keyfi olarak görüştüğümüzde, onunla bir şey paylaşmadığımızda, ondan kaçtığımızda veya onu aşağıladığımızda kendimize “sevgi dolu” diyebilir miyiz?
Fromm aşk için, “Bu bir duygu değil, pratiktir” der.
İlk kıvılcım, arzu ya da özlem öyle hissettirse de, bu duygular illa aşk olmak zorunda değildir.
Aşk, davranışları içerir. Bu bir beceridir.
İçimizdeki aşkı, partnerimize eylemlerimizle göstermeliyiz.
Gerçek aşk uyum, duyarlılık ve cömertlikten gelir.
Diğer kişiyi ve onu mutlu eden her şeyi desteklemekten gelir.
Her gün başka birine nezaketle, anlayışla, şefkatle ve saygıyla davranmayı seçtiğimizde, sevme becerimizi geliştiririz.
Sevgi dolu olmayı öğrenip aşkta daha iyi bir insan olabiliriz.
Araştırmalar, gerçek aşkın bir ömür boyu sürebileceğini gösteriyor. Ancak bu büyük ölçüde bize ve ilişkilerimizde nasıl davrandığımıza bağlı.
“Hiçbir şey bilmeyen, hiçbir şeyi sevemez. Hiçbir şey yapamayan hiçbir şeyden anlamaz. Hiçbir şeyden anlamayan insan değersizdir. Oysa anlayan biri hem sever hem far keder hem de görür. Bir şeyde ne kadar bilgi varsa o kadar büyük sevgi vardır. Bütün meyvelerin çileklerle aynı zamanda olgunlaştığını zanneden biri üzümleri hiç tanımıyor demektir.” “Sevme Sanatı” Erich Fromm
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Devamı

Antisosyal Kişilik Bozukluğu ve Suç
Yaklaşık iki yüz yıldan beri ruhsal hastalık olarak kabul edilen Antisosyal kişilik bozukluğu erkeklerde kadınlara oranla üç kat daha fazla görülür ve DSM-IV sınıflama grubuna göre B kümesi kişilik bozuklukları arasında yer alır. Antisosyal kişilik bozukluğunda yaygın olarak görülen belirtiler arasında; hırsızlık, kumar bağımlılığı, sahtecilik, kavgacılık, toplumsal ve aile yaşamında sorumsuzluk, sık sık suç işleme ve psikoaktif madde kullanımı bulunmaktadır (Öztürk, 2002). Antisosyal kişilik bozukluğunda bu belirtilere ek olarak; yangın çıkarma, başkalarını cinsel ilişkiye zorlama, insan ve hayvanlara acımasızca davranma, pişmanlık ya da suçluluk duygusundan yoksun olma, düzenli olarak bir işte çalışmayı sürdürmekte ve maddi yönden sorumluluk üstlenmekte güçlük çekme (Geçtan, 1993) gibi belirtiler de gözlenmektedir. AKB, bağımlılığın ve suçun ana sebepleri arasında gösterilir (Köknel, 1989; Ceylan ve Türkcan, 2003). AKB’yi erişkinlerde teşhis etmek için ısrarlı suça yönelik davranışı zorunlu bir ölçüt olarak alınır. Çocukluk döneminde davranım bozukluğu teşhisi koyulan bireylerde antisosyal kişilik bozukluğu tanısı 18 yaşından sonra koyulur, 30-35 yaşlarında ise belirtilerde bir duraklama olur ve çoğunlukla 40-50 yaşlarında belirtilerde göreceli olarak azalma gözlemlenir (Öztürk, 2002).
Ağır ve hafif şiddet grubu AKB olgularının sosyodemografik ve kişilik özellikleri açısından karşılaştırıldığı bir çalışma yapılmıştır. Ağır şiddet grubunda anne ve babanın eğitim seviyesinin düşüklüğünün, ailede dağılmanın, yasal olmayan geçim kaynakları kullanmanın, katı mizaçlı, ilgisiz anne baba özelliklerinin, aile içi anlaşmazlıkların, kardeş sayısının çokluğu hafif şiddet grubuna göre belirgin olduğu bulunmuştur. Aynı çalışma içinde ağır şiddet grubunda anne, baba ve kardeşlerde antisosyal davranışlar, anne ve babada suç işleme, daha çok sayıda ve ağır suçlar işleyen aile fertleri ve akrabalarda daha yüksek oranda antisosyal davranışlar tespit edilmiştir. Ağır şiddet grubunun hafif şiddet grubundan Minnesota Çok Yönlü Kişilik Envanteri alt ölçeklerinden yansıtma savunma mekanizması, paranoid eğilim, abartılmış cinsiyet, alışkanlık halinde suç işleme, sosyal sapkın eğilimler, aile ve otoriteyle çatışma puanlarının hafif şiddet grubu ve kontrol grubundan yüksek olduğu bulunmuştur (Erdem ve ark. 2010; Özmenler, 1995).
Erişkin Antisosyal Kişilik Bozukluğu teşhisi alan bireylerle yapılan bir çalışmada şiddet suçu işleyen AKB olgularının işlemeyen AKB olgularına göre fiziksel, sözel saldırganlık ve öfke seviyelerinin daha yüksek ve madde bağımlılığı ya da kötüye kullanım oranlarının daha fazla olduğu bulunmuştur (Algül ve ark. 2007). Ergenlik dönemindeki suçlularda yapılan bir çalışmada da yüksek şiddet grubunda bulunan bireylerin Antisosyal Tutum ölçeği puanları, sözel, fiziksel agresyon, öfke ve dürtüsellik seviyelerinin düşük şiddet grubundan fazla olduğu, aynı zamanda bu grubun düşük şiddet grubuna göre alkol ile ilişkili daha çok problem yaşadıkları saptanmıştır (Fritz ve ark. 2008).
Yapılan bir diğer araştırmaya göre, Antisosyal kişilik bozukluğu ile saldırganlık, alkol bağımlılığı ve alkole bağlı olarak gerçekleştirilen suçlar arasında anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır (Moeller & Dougherty, 2001; Bahlmann, Preuss & Soyka, 2000).
Antisosyal kişilik bozukluğunun oluş nedenlerini araştırmak için yapılan çalışmalarda, çoğunlukla psikososyal ve biyolojik sebepler üzerinde durulmaktadır. Psikososyal nedenler üzerine yapılan araştırmalar ise özellikle aile ve çocukluk yaşantıları üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak Ak ve Sayar (2002), antisosyal kişilik bozukluğu tanısında Kuzey Amerika’da son zamanlarda büyük bir artış olduğunu, kültürel ve sosyolojik ortamın bu bozukluğun gelişmesinde etki edebileceğini rapor etmektedirler. Buna karşın Doğu Asya toplumlarında saptanan düşük antisosyal kişilik bozukluğu yaygınlığının, bu toplumlardaki aile bütünlüğünün Kuzey Amerika toplumlarına göre hala bozulmamış olmasından kaynaklanabileceğini belirtmektedir. Yapılan bir çalışmada; ailenin düşük düzeyde bakım ve ilgisi ile beraber, bireysel özgürlüklerin aile tarafından aşırı bir şekilde sınırlanmasının erkeklerde ve kızlarda antisosyal kişilik bozukluğunun gelişiminde etkili olduğu bulunmaktadır (Sardoğan ve Kaygusuz, 2006; Reti, Samuels, Eaton, Bienvenu, Costa & Nestadt, 2002).
Birçok araştırmada, 8 yaşından itibaren boylamsal olarak izlenen deneklerde suçlu anne-baba, kalabalık aile, düşük zekâ düzeyine sahip anne-baba ve olumsuz anne-baba tutumları, alkol ya da madde bağımlısı baba, çocukluk çağında anneden fiziksel şiddet görme gibi değişkenlerin yetişkin yaşamda antisosyal kişiliğin gelişmesinde önemli ölçüde katkıda bulunduğu saptanmıştır (Sardoğan ve Kaygusuz, 2006). Türk örneklemde yapılan bir araştırmada ise suç işleyen antisosyal kişilerde; ailenin eğitim ve ekonomi seviyesinin düşük, aile bağlarının ve anne-baba-çocuk ilişkisinin zayıf olduğu bulunmuştur. Ayrıca bu bireylerin babalarının suç öyküsüne sahip olduğu, aile içinde şiddete tanık oldukları, çocukluk dönemlerinde şiddetle karşılaştıkları ve ihmal edildikleri, diğer yandan ilk suç işleme yaşlarının ise 16 olduğu ve askerlik görevlerinde önemli disiplin sorunları yaşadıkları saptanmıştır (Süer, 1998). Araştırmalarda çoğunlukla antisosyal kişilik ile suç işleme ve madde kullanımı arasında anlamlı bir ilişki olduğu ve ağır suç işlemiş olan antisosyal bireylerin ailelerinde; alkolizm, suç öyküsü, toplumsal ilişkilerde bozulma gibi değişkenler açısından, hafif suç işleyen antisosyal bireylere göre anlamlı bir şekilde daha fazla olduğu görülmüştür (Özmenler, 1995). Başka bir çalışmada ise antisosyal kişilik bozukluğu tanısı alan bireylerin duygusal zekâ becerilerinin antisosyal olmayan bireylere göre zayıf olduğu bulunmuştur ( Sardoğan ve Kaygusuz, 2006).
Sonuç olarak, antisosyal kişilik bozukluğuna sahip bireyler yaşamlarını olaysız bir şekilde sürdürmekte zorluk yaşarlar. Aile geçmişlerine bakıldığı zaman ise aile içi çatışmaların, suçun ve anne-babanın olumsuz tutumları şiddetin de etkisiyle çocukta davranış bozukluklarına sebep olduğu görülmektedir. Ancak bozukluğun biyolojik etkenler barındırdığını söyleyen çalışmalar da bulunmaktadır. Aile geçmişi ve toplum tek başına neden değildir.
AKB bireyleri ailelerinden ayrıldıktan sonra suç işlemeye ve şiddet göstermeye heyecan arayışı sebebiyle de devam ediyor olabilirler. Çünkü çocukluk çağında yaşanılan olaylar ve aile bireylerinin birbirini tutmayan davranışları ile suçtan ve şiddetten alınan zevkin yansımaları çocuk bağımsızlığını kazandığı zaman kendini gösteriyor olabilir. Ayrıca, amigdala ile ilişkisi bulunan duygusal zeka ve empati yeteneği de AKB bireylerinde düşük görülmüştür. Bu yüzden nörofizyolojik etkenler de göz önünde bulundurulmalıdır.
Klinik Psikolog Tuğçe TURANLAR
https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK546673/
Devamı
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
1986 yılında İstanbul’da doğan Tuğçe Turanlar, Bahçeşehir Üniversitesi Psikoloji Bölümünden (İngilizce) burslu olarak ve onur derecesiyle bir yıl erken mezun olmuştur. Klinik Psikoloji alanındaki uzmanlık eğitimini, “Travmatik Yaşantının Affedicilik ve Anlam Arayışına Etkisi; Kişilik Özellikleri ve Romantik İlişkiler Açısından İncelenmesi” başlıklı tezi ile tamamlamış olup, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü Sosyal Bilimler Anabilim Dalında ikinci uzmanlık tez çalışmalarını sürdürmektedir.
İstanbul Üniversitesi Aile Danışmanlığı Sertifika Programını başarıyla tamamlayan Tuğçe Turanlar, bu süreçte teorik eğitim, uygulama ve süpervizyon çalışmalarına katılmıştır. Ayrıca Psikanaliz, Rorschach ve diğer projektif testler üzerine birçok kuramsal eğitimi Psike İstanbul, İstanbul Psikanaliz Derneği ve Rorschach ve Projektif Testler Derneği gibi önde gelen kurumlardan almıştır.
Akademik çalışmalarında, TÜBİTAK bursu kapsamında Doç. Dr. Neylan Ziyalar ve Doç. Dr. Mine Özaşçılar danışmanlığında yürütülen devlet destekli projelerde görev almıştır. Aynı zamanda Prof. Dr. Metehan Irak’ın liderliğindeki Beyin ve Biliş Araştırmaları Laboratuvarında iki yıl süreyle yarı zamanlı olarak çalışmıştır.
Psikodinamik yönelimli terapi temelinde birey, çift ve ailelerle 10 yılı aşkın süredir çalışan Tuğçe Turanlar, bireysel terapilerde psikanalitik yaklaşımı, çiftlerle çalışmalarında Gottman Çift Terapisi yöntemini ve travma terapilerinde EMDR yöntemini kullanmaktadır. Bunun yanı sıra, rüya analizlerini de terapötik süreçlerine entegre etmektedir.
EMDR Derneği üyesi olan Tuğçe Turanlar, 6 Şubat depremi sonrasında EMDR Derneği’nin Travma İyileştirme Grubu’na (TİG) bağlı olarak gönüllü psikolojik destek çalışmalarında yer almıştır.
Ayrıca, Profesyonel koç olarak ilişki, ebeveyn, kariyer ve yönetici koçluğu alanlarında danışanlarına destek sunmaktadır. Koçluk süreçlerinde, bireylerin hedeflerine ulaşmalarını ve potansiyellerini keşfetmelerini sağlama konusunda rehberlik etmektedir.
“Seans Odası Sakinleri” adlı podcastiyle, dinleyicilere psikoloji ve kişisel gelişim konularında rehberlik etmektedir. Podcast bölümlerinde ele alınan bazı konular arasında “Jung Ekolüyle Rüyalarımı Nasıl Analiz Ederim?”, “Travmatik Bağlanmanın Yedi Aşaması: İlişkideki Tehlikeli Döngü”, “Mevsimsel Depresyon: Kış Melankolisi”, “Borderline Annenin Çocuğu Olmak”, “Bir Başkası İçin Yaşamak: Fedakârlık Şeması” ve “Kırık Ayna: Ailenin Diğer Yüzü” gibi temalar yer almaktadır. Bu platform aracılığıyla, dinleyicilerine derinlemesine analizler ve pratik öneriler sunarak psikolojik farkındalık yaratmayı amaçlamaktadır.
Seanslarını, kurucusu olduğu Yule Psikoloji bünyesinde yüz yüze ve online olarak sürdürmektedir.
Uzmanlık Alanları
Depresyon, Yeme Bozuklukları, Bağlanma Sorunları, Anksiyete Bozuklukları, Bipolar Bozukluk, Travma Sonrası Stres Bozukluğu, Obsesif Kompulsif Bozukluk, Bağımlılık, Aile içi Şiddet, İlişki Sorunları , İş hayatındaki sorunlar, Çocukluk Çağı Travmaları, travmatik yaşam deneyimleri, yas ve kayıp, Ebeveyn Danışmanlığı, Sınav Kaygısı, Davranış Problemleri, , Ergenlik Sorunları, Boşanma Süreci sonrası çocuklarda uyum, Rüya analizi özellikle çalıştığı alanlar içerisindedir.
(Klinik Psikolog Meslek Ünvanı Sağlık Bakanlığı Tarafından Tescillenmiştir.)
Sertifikalar ve Seminerler
- EMDR I. Düzey Eğitimi ve Süpervizyonları DBE/Emre Konuk
- EMDR II. Düzey Eğitimi Asena Yurtsever Enstitü AY
- EMDR ile Yetişkinlerde Bağlanma Sorunları Üzerine Çalışmak – Asena Yurtsever – Enstitü Ay
- EMDR R-TEP Eğitimi – Asena Yurtsever EMDR Derneği
- EMDR’da Ustalaşmak- Disosiasyon ve Zor Vakalar- Şirin Atçeken-Tuba Akyüz
- Gottman Çift Terapisi I. Düzey Eğitimi Psikoloji İstanbul
- Prof. Dr. Doğan Şahin – Dinamik Psikoterapi Eğitimi
- Psikodinamik Terapiler Merkezi- Psikodinamik Terapiler: Teori ve Uygulama
- İstanbul Psikanaliz Derneği “Çocuk Psikanalizi Günleri – Annelik Halleri”
- Psikanalist Talat Parman “Ergenlikte Yas ve Melankoli”
- PSİKE İstanbul “Yeniden Psikanaliz Tartışmaları – İlk Görüşme: Psikanalizle Tanışma”
- İstanbul Psikanaliz Derneği Ve PSİKE İstanbul “Yeniden Psikanaliz Tartışmaları – Düşler ve Düşlemler”
- Psike İstanbul “Psikanalize Giriş Seminerleri”
- Rorschach ve Projektif Testler Derneği “Rorschach Testi ve TAT Eğitimi” (2 yıl)
- Prof. Dr. Doğan Şahin “Borderline Kişilik Örgütlenmesinin Epidemiyolojisi ve Terapötik Yaklaşım”
- İstanbul Üniversitesi “Aile Danışmanlığı Sertifika Programı”
- Nevin Dölek “Kısa Süreli Çözüm Odaklı Terapi Eğitimi”
- Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği “Terapötik Kartlar Eğitimi”
- Oyun Terapileri Derneği “Çocuk Merkezli Oyun Terapisi Eğitimi”
- Yeşilay “Pandemi ve Sonrasında Okul Fobisi ve Davranışsal Bağımlılıklarla Mücadele Eğitim Programı”
- Yeşilay “Uyuşturucu Bağımlılığı ile Mücadele Günü – İyileşmek Mümkün”
- Marmara Üniversitesi “Pedagojik Formasyon Sertifikası”
- Dr. Ben Furman “Çocuk ve Ergenlerde Kısa Süreli Çözüm Odaklı Terapi”
- Prof. Dr. Hakan Türkçapar “ Bilişsel Davranışçı Terapi Üzerine Söyleyişi”
- Dr. Öğretim Üyesi Özlem Haskan Avcı “Ergenlerde Psikolojik Danışma Becerileri ve Vaka Formülasyonu”
- Doç. Dr. Elif Çelebi “Diyalektik Davranışçı Terapi”
- Doç. Dr. Itır Tarı Cömert “Bilişsel Davranışçı Terapi Nedir Ne Değildir”
- Dr. Klinik Psikolog Olcay Güner “Sanat Terapisi Üzerine Söyleyişi”
- Doç. Dr. Itır Tarı Cömert “BDT Vaka Analizleri”
- Prof. Dr. Hanna Nita Scherler “Gestalt Terapi Üzerine Söyleyişi”
- Doç. Dr. Itır Tarı Cömert “Bilişsel Davranışçı Terapi Teknikleri”
- ODTU-Bilgeiş “Zor İnsanlarla Başa Çıkma”
- Psikoloji Enstitüsü “Çocuk Değerlendirme Testleri Uygulayıcı Eğitimi”
- ADLER CE 1. Modül -Profesyonel Koçluğun Temelleri – 32 saat
- ADLER CE 2. Modül – Koçluk’ta Dönüşüm ve İş Bağlamında Koçluk – 30 saat
- ADLER CE 3. Modül – Koçluk’ta Derinleşme: Koçluk’ta Sanat – 30 saat

Psikoterapi Tarihi ve Terapi Yaklaşımları
Bireysel Psikoterapi Tarihi
“Psikoterapi” terimi, Yunanca ruh ve şifa sözcüklerinden gelmektedir.
Yunanlılar ruh sağlığı sorunları olan insanlarla konuşurken cesaret verici kelimeler kullanmanın olumlu etkilerini fark ettiler. Ancak, ruh sağlığı hakkında birçok yanlış inanışa da sahiplerdi. Mesela; sadece kadınların histeri yaşadığını düşündüler. Ayrıca banyo yapmanın depresyon için etkili bir tedavi yöntemi olduğuna inandılar.
Ağır ruh sağlığı sorunlarının tedavisi 18. yüzyılda reformcular daha iyi koşullar için çalışana kadar insanlık dışıydı. 1773’te Kuzey Amerika’da ilk ruh sağlığı hastanesi kuruldu. Ancak insanlık dışı “tedaviler” uygulanmaya devam ediyordu. 19. yüzyılın sonlarına doğru Batı Avrupa’da modern psikoterapi gelişti. Bu sürede Wilhelm Wundt, Almanya Leipzig’de 1879 yılında ilk psikoloji laboratuvarını kurarak deneysel psikolojinin adımlarını attı.
20. yüzyılda birçok terapötik teknik gelişti. Bu teknikler, büyük ölçüde zamanın popüler düşünce okullarından ilham aldı. Bu düşünce okullarından bazıları psikanalitik, davranışçı ve bilişsel yaklaşımı içermekteydi.
21. yüzyılda, farkındalık ve nörobiyoloji gibi çeşitli alanları birleştiren tedavi yaklaşımları ortaya çıktı. Birçok yaklaşım, tedavi gören kişilerin endişelerini belirlemelerine, kişisel gelişimlerini desteklemelerine ve sağlıklı başa çıkma becerileri geliştirmelerine yardımcı olmaya odaklanmaktadır.
Psikoterapi Yaklaşımları
Psikodinamik terapi: Danışanın yaşam öyküsünü, kendisine, geçmişine, bugününe ve geleceğine ilişkin resmini yeniden yazmasını kolaylaştıran dinamik psikoterapi, bireyin deneyiminin derinliğini ele alan bir terapi yöntemidir.
Kişilerarası psikoterapi (IPT): Danışanların sıkıntılarını hafifletmeyi ve kişilerarası ilişkilerini geliştirmeyi hedefleyen, kısa süreli, bağlanma modelini temel alan zaman sınırlı bir psikoterapi yöntemidir. Öncelikli olarak; depresif bozukluklar, duygudurum bozuklukları, hamilelik ve sonrası depresyonu, yeme bozuklukları, anksiyete bozuklukları olmak üzere birçok ruhsal bozuklukta uygulanabilir.
Çözüm Odaklı Yaklaşım: Çözüm Odaklı Kısa Terapi olarak da adlandırılan bu yaklaşım biçimi, geleneksel konuşma terapilerinin yaptığı gibi soruna odaklanmak yerine çözümlere ve kişinin güçlü yönleri keşfetmeye odaklanır.
Bilişsel davranışçı terapi (CBT); İnsanların davranış ve duygular üzerinde olumsuz etkisi olan yıkıcı veya rahatsız edici düşünce kalıplarını nasıl tanımlayacaklarını ve değiştireceklerini öğrenmelerine yardımcı olan bir tür psikoterapötik tedavidir.
Diyalektik davranış terapisi (DBT): Temel hedefleri; anı yaşamayı öğretmek, stresle başa çıkmanın sağlıklı yollarını geliştirmek, duyguları düzenlemek ve diğerleriyle ilişkileri geliştirmektir. DDT başlangıçta sınırda kişilik bozukluğunu (SKB) tedavi etmek için düşünülmüştü, ancak daha sonra diğer ruhsal sorunları tedavi etmek için de kullanılmıştır. Duygusal düzenlemede zorluk çeken veya kendine zarar veren davranışlar (yeme bozuklukları ve madde kullanım bozuklukları gibi) sergileyen kişilere yardımcı olabilir. Bu tür terapi bazen travma sonrası stres bozukluğunu (TSSB) tedavi etmek için de kullanılabilir.
Kabul ve Kararlılık terapisi (ACT): Bireylerin psikolojik esneklik geliştirirken kişisel değerleriyle tutarlı biçimde yaşamalarına yardımcı olmak için farkındalık becerilerini nasıl kullanacaklarını öğretir.
Terapistler bir kişinin ihtiyaçlarını ele alırken farklı yaklaşımların tekniklerinden de faydalanabilir.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Kaynaklar:
https://www.psychologytoday.com/us
https://positivepsychology.com/
https://contextualscience.org/act
Devamı
İlişki Danışmanlığı (Terapisi) Nedir
İlişki Danışmanlığı
İlişki Danışmanlığı eşlerin birbirleri hakkında daha fazla bilgi edinmelerine ve sağlıklı problem çözme becerileri kazanmalarına yardımcı olmaktadır. Danışman, ilk birkaç görüşme sırasında her iki partnerle birlikte veya bireysel olarak görüşebilir. Daha sonra geri bildirim verebilirler. Çift, terapistin rehberliğinde terapötik hedefler belirleyebilir ve beklentiler için bir terapi planı geliştirebilir. Çift terapisinde, olumlu sonuçlar genellikle çiftin motivasyonuna ve sürece olan bağlılığına göre değişiklik gösterir.
Seanslar ilerledikçe, her bir eş daha iyi bir dinleyici ve iletişimci olabilir. Ayrıca çiftler genellikle birbirlerini farklı biçimlerde desteklemeyi öğrenirler. Terapi seanslarında çiftler arasında çatışma yaşanması olağan bir durumdur. Etik bir ilişki danışmanı tarafsız kalacak ve taraf tutmaktan kaçınacaktır. İlişki danışmanları bazen, tedavinin standart bir parçası olarak her bir eşe ek bireysel seanslar sunabilir. İlişki danışmanlığı genellikle haftada bir yapılır. Program, çiftin hedeflerine ve her bir partnerin bireysel veya çift terapi seanslarına katılıp katılmadığına bağlı olarak değişebilir. Evlilik danışmanlığı genellikle kısa sürelidir ancak bir ilişkiyi iyileştirmek daha fazla zaman alabilir.
İlişki Danışmanlığı Kimler İçindir
Birlikte bir geçmişi olan herhangi bir çift, ilişki danışmanlığından yararlanabilir. Çiftler, ilişki sorunlarını çözmek, ilişkilerinin dinamikleri hakkında fikir edinmek, duygusal bağlarını güçlendirmek veya ilişkilerini dostane bir şekilde sona erdirmek için danışmanlık arayabilirler. Evlenmek üzere nişanlı olan bireyler de evlilik öncesi danışmanlık hizmeti alabilir.
İlişki Danışmanlığı Ne Zaman Önerilir
Çiftlerin birçoğu genellikle ilişkilerinin bir noktasında gerginlik veya çatışma yaşadığından, birçok kişi ne zaman çift danışmanlığı aramaları gerektiğinden emin değildir. Gerçek şu ki, çiftler aşağıdakiler de dahil olmak üzere birçok farklı nedenden dolayı ilişki danışmanlığı arayabilirler:
Güç mücadeleleri
İletişim sorunları ve çatışma
Stres, Öfke Sorunları
Madde bağımlılığı
Cinsel tatminsizlik
Mali sorunlar
Aldatma
Önemli yaşam değişikleri
Çocuk yetiştirmedeki farklı tutumları
Birçok ilişkide, sorunlar ortalama altı yıl boyunca devam edene kadar çift terapisi düşünülmez. Bu gecikme, sorunların üstesinden gelmeyi daha da zorlaştırabilir.
Sağlıklı bir ilişki içinde olan bir çift, samimiyeti artırmak veya birbirleriyle duygusal olarak bağlantı kurmanın yeni yollarını bulmak için danışmanlık isteyebilir.
Ayrılmaya karar vermiş olan çiftler, ilişkilerini saygılı bir şekilde sonlandırmak için çift danışmanlığına başvurabilirler.
Nişanlı olan kişiler de evlilik öncesi danışmanlık almayı tercih edebilirler. Bu, çiftlerin evliliklerinde zorluğa veya memnuniyetsizliğe neden olabilecek çatışma veya endişe alanlarını keşfetmelerine yardımcı olabilir.
Terapi, çiftlerin fikir farklılıklarını, kişisel değerleri ve beklentilerini tartışmasına olanak tanır. Evlilik öncesi danışmanlık, bir çiftin başlangıçta tartışmak istediği meselelerden daha fazlasını ortaya çıkarabilir. Bu, çiftlerin evlenmeden önce gerçekten uyumlu olup olmadıklarını değerlendirmelerine izin verdiği için faydalı olabilir.
Çift terapisine katılmanın faydasının olmadığı durumlar da vardır. Örneğin, aile içi şiddet ve istismar vakalarında çift terapisi yeterli olmayabilir. İstismarcı bir partnerle ilişkiyi sürdürmek kişinin güvenliğini veya hayatını tehlikeye sokabilir.
İlişki Danışmanlığı Ne Kadar Etkili
Çalışmalar, çift terapisinin ilişkiler üzerinde belirgin bir olumlu etkisi olabileceğini göstermektedir. Çift terapisi, çoğunlukla her iki partnerin de ilişkilerini geliştirmeye ve terapi planına bağlı kalmaya kararlı olduğunda etkilidir.
Eşlerden biri seanslara katılmayı reddederse veya ilişki şiddet veya istismara yol açarsa, yaklaşım çok daha az etkili olur. Çift terapisinin etkinliği, diğer partnerin değişmesini beklediklerinde de azalır. İlişkinin her bir üyesi kendi bakış açılarını ve alışkanlıklarını yansıtmaya ne kadar açık olursa, çift terapisinin o kadar etkili olması muhtemeldir.
Online İlişki Danışmanlığı Hakkında Merak Edilenler
Online İlişki Danışmanlığı birçok terapi ile benzer süreçte ilerler. Bireylerin yaşadıkları sorunlara dair deneyimlerini anlamlandırmalarına ve farklı bakış açıları kazanmalarına yardımcı olur.
Neden İlişki Danışmanlığına İhtiyaç Duyulur
En yaygın sebeplerinden bazıları; İletişim sorunları, çatışma, aldatma, uyum problemleri, yas, yaşam zorlukları ve depresyondur.
Partnerim Seansa Katılmak İstemiyor Yine de İlişki Danışmanlığı İsteyebilir miyim
Evet, bu aslında çok yaygın. Partneriniz seansa katılamasa bile uzman bir psikolog ile ilişki sorunları hakkında konuşmak size yardımcı olabilir.
İlişki Danışmanlığına Dair Yaklaşımlar
Imago ilişki terapisi: İlişkide yaşanan olumsuz algıların veya davranışların nedenlerini araştırarak çiftler arasındaki iletişimi yeniden kurmayı amaçlar.
Duygu odaklı terapi: Çiftler arasında olumlu etkileşimler yaratmaya ve çiftlerin duygusal bağlarını güçlendirmeye odaklanır.
İç Aile Sistemleri terapisi: Eşlerin birbirlerini ve ilişkilerinde var olan kalıpları daha iyi anlamalarına yardımcı olur.
Gottman Metodu: Yakınlığı, sevgiyi ve saygıyı artırır. Her bir partnerin bir birey olarak ve çiftin bir çift olarak büyümesine ve gelişmesine odaklanır.
Nasıl Daha Fazla Bilgi Edinebilirim veya Görüşme İçin Randevu Alabilirim
Online İlişki danışmanlığı hakkında daha fazla bilgi edinmek için randevu alabilirsiniz.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Devamı

Bireysel Terapi Nedir
Bireysel terapi, kişinin duygusal ve zihinsel zorluklarını ele almasına, kendini daha iyi anlamasına ve yaşam kalitesini artırmasına yardımcı olan bir psikoterapi türüdür. Terapist ve danışan arasında güvene dayalı bir iş birliğiyle gerçekleşir ve danışanın ihtiyaçlarına uygun bir terapi süreci sunar.
Bireysel terapi, kişinin kendini ifade etmesine, duygularını keşfetmesine ve sorunlarla başa çıkma becerilerini geliştirmesine olanak tanır. Ayrıca, bireyin refahını olumsuz etkileyen semptomların iyileştirilmesi veya kontrol edilmesi hedeflenir.
Bireysel Terapinin Amaçları
Bireysel terapi; kişinin yaşadığı zorluklara yönelik çözüm yolları geliştirmeyi, duygusal yüklerini hafifletmeyi ve yaşamına yeni bir yön vermesini sağlamayı hedefler. Terapi sürecinde aşağıdaki konular ele alınabilir:
- Duygu ve düşünceleri ifade etme,
- Davranış kalıplarını fark etme,
- Problemleri ve çatışmaları çözme,
- Güçlü yönleri ve zayıflıkları keşfetme.
Bireysel terapinin süresi, ele alınan konuların niteliğine ve danışanın ihtiyaçlarına bağlı olarak kısa veya uzun dönemli olabilir.
Bireysel Terapi ile Destek Alabileceğiniz Durumlar
Bireysel terapi; strese, üzüntüye, öfkeye veya çatışmaya neden olabilecek birçok farklı durumda etkili bir destek sunar. Aşağıdaki durumlarda bireysel terapi sizin için faydalı olabilir:
- Kaygı bozuklukları ve stres,
- Depresyon ve duygusal dalgalanmalar,
- Özgüven ve özsaygı problemleri,
- Travma ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB),
- Yas süreci ve kayıplar,
- İlişki sorunları ve çatışmalar,
- Aile içi şiddet veya duygusal istismar,
- Yeme bozuklukları,
- Bağımlılıklar (madde, sosyal medya, vb.),
- Fobiler ve korkular,
- Zorbalığa maruz kalma,
- Uykusuzluk ve diğer uyku problemleri.
Bireysel Terapinin Faydaları
Bireysel terapi, duygusal ve zihinsel iyilik halinizi geliştirecek birçok fayda sunar:
- Kendinizi daha iyi anlamanıza yardımcı olur.
- Duygularınızı nasıl yöneteceğinizi öğretir.
- Sorunların temel nedenlerini keşfetmenizi sağlar.
- Sağlıklı başa çıkma becerileri kazandırır.
- Yaşam değişikliklerine uyum sağlamanızı destekler.
- Benlik saygınızı artırır ve karar alma süreçlerinizi iyileştirir.
Terapiye Ne Zaman Başvurmalısınız?
Bir sorun, günlük yaşamınızı etkiliyor veya sizi sürekli bunaltıyorsa, terapiye başvurmanın zamanı gelmiş olabilir. Sık sık mutsuz hissediyorsanız, yaşamınızdaki sorunlar hakkında umutsuzsanız veya profesyonel bir destek almadan üstesinden gelemeyeceğinizi düşündüğünüz bir zorlukla karşı karşıyaysanız, bireysel terapi size yardımcı olabilir.
Bireysel Terapide Gizlilik ve İlk Seans
Bireysel terapide gizlilik esastır. İlk seans, danışanın yaşadığı zorlukların anlaşılmasına odaklanır ve terapinin nasıl ilerleyeceği hakkında bilgi verir. Terapist ve danışan arasında güvenli bir ilişki kurmak, terapi sürecinin etkili bir şekilde ilerlemesi için önemlidir.
Bireysel Terapinin Süresi
Terapinin süresi; ele alınan konuların doğasına, kişinin iyileşme hızına ve ihtiyaçlarına bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Bazı sorunlar kısa süreli terapi ile çözülebilirken, kronik veya daha karmaşık durumlar daha uzun süreli bir tedavi gerektirebilir.
Bireysel Terapi Hakkında Merak Edilenler
1. Bireysel terapiye kimler başvurabilir?
Bireysel terapi, duygusal veya zihinsel zorluklar yaşayan, kendini daha iyi anlamak isteyen veya yaşamında olumlu bir değişim arayışında olan herkes için uygundur.
2. Terapi ne kadar sürer?
Terapinin süresi, kişinin ihtiyaçlarına ve ele alınan konuların karmaşıklığına bağlıdır. Bazı durumlar birkaç seans içinde çözülebilirken, daha derin ve kronik sorunlar için daha uzun bir süreç gerekebilir.
3. Terapide gizlilik nasıl sağlanır?
Terapistler, danışanların paylaştığı bilgileri gizli tutmakla yükümlüdür. Ancak, kişinin kendisine veya başkalarına zarar verme riski varsa, bu durum gizlilik ilkesi dışında değerlendirilir. İlk seansta gizlilikle ilgili detaylar terapist tarafından açıklanır.
4. Terapi sürecinde hangi yöntemler kullanılır?
Kullanılan yöntemler, danışanın ihtiyaçlarına göre belirlenir. Bu yöntemler arasında bilişsel davranışçı terapi (BDT), şema terapi, EMDR ve psikodinamik terapi gibi yaklaşımlar yer alabilir.
5. Terapide konuşmak zorunda mıyım?
Terapide konuşmak önemli bir unsurdur, ancak bazı danışanlar başlangıçta duygularını ifade etmekte zorlanabilir. Terapist, bu süreci kolaylaştırmak için destekleyici bir yaklaşım sunar.
6. Terapide olumlu bir sonuç ne kadar zamanda alınır?
Bu, kişinin terapiye olan bağlılığına, ele alınan sorunlara ve terapistin yöntemine bağlı olarak değişir. Düzenli seanslara katılmak ve verilen ödevleri yerine getirmek, süreci hızlandırabilir.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Yaşam kalitenizi artırmak ve kendinizi yeniden keşfetmek için bireysel terapi sürecine adım atabilirsiniz.
Psikolojik Danışmanlık Başvuru Formu için tıklayın.
Online psikolojik danışmanlık randevusu almak için yulepsikoloji@gmail.com adresine mail atabilir ya da 0532 053 3992 whatsapp üzerinden mesaj atarak iletişime geçebilirsiniz.
Devamı
Narsist (Narsisist) kimdir, nasıl ilişki kurar?
Narsist (Narsisizm)
Yunan mitolojisinde; sudaki yansımasını gören ve bu yansımasına aşık olan ve bir ömür boyu ulaşamayacağı bu aşkın peşinde aşkını (kendisini) izleyerek ömrünü tüketen Narkissos’dan gelir. Narkissos bu imkansız aşkına ulaşma isteğiyle suya düşer ve boğularak hayatını kaybeder. Narsist sözcüğünün kaynağı bu hikayedir.
“En zeki insanlar bile kendilerini narsisistik (narsistik) özelliklere sahip biri tarafından manipüle edilirken bulabilir.”
İlişkiler karşılıklı saygı, uzlaşma ve fedakarlığa dayanır. Her iki tarafın da ilişkiye yatırımı ortak bir zeminde buluşmalıdır. Bu yatırımda bir dengesizlik olduğunda ilişki, gözyaşları ve mutsuz anılar üreten bir merkez haline gelir ve narsisti besler.
Narsisizm kurbanı yıpratırken, istismarcıyı güçlendirir ve büyük bir güç dengesizliği yaratır. Bu dengesizlik, narsisist bireyin ilişkiyi kontrol edebilmesi için ihtiyacı olan her şeyi verir.
“Narsistler (Narsisistler), özünde etkileyici ve manipülatörlerdir.“
Narsist (Narsisist) için: “Bir kişi narsisistten daha iyi veya daha güçlü olarak algılanırsa, o kişi haddinin bildirilmesi gereken bir hedef haline gelebilir.”
Yeterli özgüvene sahip üretken, sakin bir kişi bile narsisist bir ilişki içinde paranoyak, gergin ve bağımlı birine dönüşebilir.
“Patolojik narsisizmde talepler aşırıdır ve tatmin edilemez.“
Narsisistler, aklı başında bireyleri dramatik, mantıksız, yalancı ve sorunlu olduklarına ikna edebilirler. Gaslighting (gaz lambası ), ghosting (yok olma) ve mikromanipülasyonlar, narsisistlerin bir ilişkide kurbanı şaşırtmak ve onları kontrol altında tutmak için kullandıkları araçlardan sadece birkaçıdır.
Gaslighting (Gaz Lambası Tekniği)
Bir psikolojik manipülasyon ve taciz yöntemi. Bireyi kendi hafıza, algı ve akıl sağlığını sorgulayıp irdelemeye iten bir çeşit kötü yönlendirme. Bireyde şüphe uyandırma, kalıcı inkâr, çelişki ve yalan yoluyla yavaş yavaş dikte edilir ve fark edilmesi kimi zaman güçtür.
Gaslighting’e Maruz Kaldığını Nasıl Anlarsın?
Ona karşı kendini devamlı açıklama, ispat etme ihtiyacı duyuyorsan, artık kendi kararlarından şüphe edip onsuz yaşayamayacağını düşünüyorsan ve o kişi hayatına girdiğinden beri özgüveninde azalma varsa ‘Gaslighting‘e maruz kalmış olabileceğin ihtimalini düşünebilirsin.
Son güncel kavramlardan biri olan “yok olma” (ghosting) taktiği nedir?
“Yok olan” partneriyle ilişkisini beklenmedik bir anda keser. Hiçbir şekilde iletişime geçmeye izin vermeyen bu taktiğin sonucunda kurban hayal kırıklığı, reddedilmişlik ve kendini suçlama gibi hislerle bir başına kalır.
Bu duygusal manipülasyon taktiklerinin, narsisist bireyin kendi travmatik deneyimleri nedeniyle sürekli tatmin etmeye çalıştığı sonsuz boşluğu partnerine sunma yoluyla travmanın aktarımına yardım ettiği düşünülmektedir. Benlik gelişimini tamamlayan kurban partner ise sahte bir benlik yaratamayacağı için bunu şiddetli bir ayrılık travması olarak deneyimleyecektir.
Patolojik narsisizmdeki en önemli nokta bireyin tamamen dıştan gelen yorumlarla beslenmeye açık ve muhtaç olmasıdır. Bu bireyler kendilerine yönelik değersizlik ve kendilerinde hoşlarına gitmeyen diğer olumsuz özelliklerini çevrelerine yansıtarak rahatlama yolunu seçerler. Bu yüzden kendilerine yönelik ifade edilen olumsuz duygulara, eleştirilere aşırı duyarlı tavırlar gösterirler (Kernberg, 1975).
Toplum içerisinde narsist (narsisistik) kişilik bozukluğunun görülme sıklığı yaklaşık %1’dir. Narsist (Narsisistik) kişilik bozukluğu tanısı konulan kişilerin %70 ten fazlası erkektir.
(NARSİST) NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU DSM V TANI KRİTERLERİ
Aşağıdakilerden beşi (ya da daha çoğu) ile belirli, erken erişkinlikte başlayan ve değişik bağlamlarda ortaya çıkan, büyüklenme (düşlemlerde ya da davranışlarda), beğenilme gereksinimi ve eş duyum yapamama ile giden yaygın bir örüntüdür. Temel özellikleri aşağıda maddeler halinde sıralanmıştır.
Büyüklenir (Başarılarını ve yeteneklerini abartır, gösterdiği başarılarla orantısız bir biçimde, üstün bir biçimde görülme beklentisi içindedir).
Sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik ya da yüce bir sevgi düşlemleriyle uğraşır durur.
“Özel” ve eşi benzeri bulunmaz biri olduğuna ve ancak özel ya da üstün diğer kişilerce (ya da kurumlarca) anlaşılabileceğine ve ancak onlarla ilişki kurması gerektiğine inanır.
Çok beğenilmek ister.
Hak ettiği duygusu içindedir (özellikle kayırılacak bir tedavi göreceğine ya da her ne istiyorsa yapılacağına ilişkin anlamsız beklentiler içerisinde olma).
Kendi çıkarı için başkalarını kullanır (kendi amaçlarına ulaşmak için başkalarını kullanır).
Empati yapamaz, başkalarının duygularını ve gereksinimlerini anlamak istemez.
Sıklıkla başkalarını kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanır.
Başkalarına saygısız davranır, kendini beğenmiş davranışlar ya da tutumlar sergiler.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Erdoğan, B., & Öztürk, E. (2018). RUHSAL TRAVMANIN AKTARIMINDA NARSİSİZM. Bartın Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 3(3), 11-20.
Karaaziz, M., & Atak, İ. E. (2013). NARSİSİZM VE NARSİSİZMLE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR ÜZERİNE BİR GÖZDEN GEÇİRME. Nesne Psikoloji Dergisi, 1(2), 44-59.
American Psychiatric Association, A. P., & American Psychiatric Association. (2013). Diagnostic and statistical manual of mental disorders: DSM-5.
Devamı